Atilla ÇİLİNGİR


10’LARIN İZLERİYLE TÜRKİYE (23)

10’LARIN İZLERİYLE TÜRKİYE (23)


Adanın iskele sahiline paralel olan rıhtım caddesinde çay bahçeleri, balık lokantaları; bir arka paralelindeki cadde ve yan sokaklarında ise;

Bakkallar, manavlar, balıkçılar, 'ay yıldız ekmek fırını', dondurmacı, adanın süsü fayton arabalarının kalkış noktası bulunur ve tüm bu saydığım iş yerleri ada da yaşayan nüfusun önemli bir bölümünün geçim kaynağını oluştururdu… 

Özellikle Cumartesi ve Pazar günleri adaya gelen yerli ve yabancı turistler; böylesi bir çarşıda ilk alışverişlerini yapar, adanın sembolü faytonlara binerek, günün yorgunluğunu çıkarmak için adanın iç taraflarındaki gözde koylarına veya ormanlık piknik alanlarına hareket ederlerdi…

Adalarda yaşayan Rum, Ermeni, Yahudi ve Maronit kökenli vatandaşlarımızın büyük bir bölümü ise İstanbul'un değişik semtlerinde ve değişik iş kollarında, o işin sahibi olarak faaliyette bulunan, hali vakti iyi olan kişilerden oluşurdu…

Heybeli adada geçen o çok özel yaz tatillerimden hatırladığım iki görüntü; anılar yumağım içerisinden öne çıkan çok özel ve güzel şeylerle doludur…

Hatırladığım ilk görüntü: ada da yaşayan aynı yaşta ki, Rum arkadaşlarımla birlikte rıhtımın en ucundaki mendireğin burnunda, elimizdeki oltalarla ilk balık tutuşumuzu, oltalarımıza takılan o iri, iri rengârenk lapin ve istavrit balıklarını hatırlarım…

Bir de aynı yaş grubundan olan bir Rum arkadaşımızın evinde ailesinin davetlisi olarak, gördüğüm misafirperverliği, yediğim yemekleri ve damağımda kalan tadını hiçbir zaman unutmadım…

(Bu ev, halen virane bir şekilde de olsa; Heybelinin o tarihi dokusuna sımsıkı sarılmış bir halde, geçmişten günümüze kalan pek çok hatıraların canlı tanığı olarak ayakta kalabilmiştir…)

Aslında unutmadığım o tatlar, 60'lı yılların tüm güzelliklerini de anlatır…

Adalarda o dönemde en çok sıkıntısını çektiğimiz şey susuzluktu! O dönemde adaların içme suyu İstanbul'dan tankerlerle getiriliyordu. Heybeli'ye de bu şekilde getirilen su, öncelikle balıkçı barınağının hemen dibinde bulunan su deposuna boşaltılıyor, sonrasında ise bu su deposundaki motopomp vasıtasıyla ada da ki evlere dağıtımı yapılıyordu. 

Bunun dışında ada da yaşayan, yani çoğu Rum kökenli vatandaşlarımızın evlerinin bahçelerinde su kuyuları bulunuyordu. Ancak bu kuyuların çoğunun suları tuzluydu ve içilmesi mümkün değildi. O nedenle adalılar bu suyu, bahçe ve meyve ağaçlarının sulamasında, ya da temizlikte kullanıyorlardı. 

Bu durum diğer adalarda da böyleydi…

Adanın sabahına uyanmak bir başka güzeldi…

Çam kokularına eşlik eden yabani çiğdemlerin muhteşem görüntüsü; adanın o saatlerine, ayrı bir sihir verir ama özellikle adalarda yaşanan bahar mevsiminin o doyum olmaz güzelliği, insan ömrüne, ömür katardı… 

Adalarda yaşanan baharın simgesi olan 'mimozaların' sapsarı gölgesi ile ada çileklerinin o egzotik kokusu kapladı mı her yanı; 

Herkes bilirdi ki, artık baharın tüm güzellikleri kaplamaya hazırdı Heybeliyi, Kınalıyı, Büyük Adayı, Sedefi, Burgazı…

Sadece adaların bu doğa harikası görüntüleri bile, insanı alıp başka diyarlara götürmeye yetiyordu…

Tüm bu güzelliklere başka bir renk, başka bir anlam katan ada halkının özelliklerini de anlatmak gerekir. 

Zira geçmişte kalan bu zamana ve içerisinde barınan o değerler manzumesine baktığımızda; adalarla özdeşleşen yerli halkı oluşturan Rum, Ermeni, Yahudi kökenli vatandaşlarımızın varlığı; ülkemizin tarihsel ve geleneksel zengin kültürünü en iyi şekilde yansıtan değerli bir yapı taşımızdı… 

Adalarda geçen yaz akşamlarının tadı da bir başka olurdu… Özellikle yazın, akşam yemeğinden sonra adalılar, kendi yaşadıkları adaların kordon boyunda her akşam, adeta ayrı bir festival havası yaratırlardı…

Her adanın yaz akşamı; yaşam ayrıcalığı olan bir görüntüler, inanılmaz bir renk ve ses armonisine dönerdi. 

Bu görüntüler aslında İstanbul'umuzun 'Prens Adalarında' yaşayan adalıların, gerek yaşam standartları ve gerekse hayata bakış açıları yönünden de; ne kadar çağdaş bir yaşam sürdüklerinin en önemli kanıtıydı…

Yıllarca azınlıklar, yabancılar muamelesi yaptığımız bu yurttaşlarımızın, ülkemizdeki varlığı; aslında bizlere tarihimizden emanet ve kültürel zenginliğimizin günümüze yansıyan en çarpıcı görüntüsüydü ve öyle kalmalıydı…

Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası, öz be öz bu topraklarda doğup büyüyen bu yurttaşlarımızın, kendi aralarında inanılmaz bir dayanışma olgusu ve birbirlerine bağlılıkları mevcuttu