Semt pazarlarına yolumuz düştüğünde, kaldırım kenarlarına dizilmiş sıra sıra bal kavanozlarını mutlaka görmüşüzdür. Üzerlerine elle yazılmış etiketler, güneşte parlayan altın rengi sıvılar ve tezgâhın ardındaki satıcıların “Abla bu tamamen doğal, arı kendi yaptı!” diye başlayan cümleleri… Biz de çoğu zaman balı çok iyi anlıyormuşuz gibi kavanozun kapağını açar, bir parmağımızı bandırır, tadına bakar ve “Evet bu gerçek baldır” diyerek alırız.
Evimizin yakınındaki bakkaldan ya da büyük marketlerden aldığımız bal da farklı bir hikâyeye sahip değildir aslında. Üzerinde şık etiketler, doğallığa vurgu yapan renkli ambalajlar ve çoğu zaman içimizi rahatlatan “%100 saf bal” yazıları… Kahvaltı masasında, çocuklarımızın ekmeğine sürerken, içimize sinen bir güven duygusu eşlik eder bize. Çünkü balın sağlığa iyi geldiğini, bağışıklığı güçlendirdiğini, doğal bir şifa kaynağı olduğunu düşünürüz.
Ama işin gerçeği tam olarak öyle değil. Bugün Türkiye’de “bal” diye satın aldığımız ürünlerin önemli bir kısmı ya tamamen sahte bal ya da içinde çok az bal bulunan, şeker şurubu ve katkı maddeleriyle “bal görüntüsü verilmiş” karışımlar. Biz ise bunu çoğu zaman fark edemiyor, fark etsek bile iş işten geçmiş oluyor.
Oysa Türkiye, bal üretiminde dünya sıralamasında ikinci sırada yer alan bir ülke. Türkiye yılda yaklaşık 88 bin ton bal üretiyor. Birinci sıradaki Çin’in üretimi ise 450 bin tonun üzerinde. Bu rakamlar kulağa güven verici gelmeli, öyle değil mi? Ne var ki durum hiç de öyle değil. Çünkü ülkemizde “bal diye satılan ürün miktarı”, resmi üretim miktarının tam 10–15 katına kadar çıkabiliyor. Yani sofralarımızdaki bal kavanozlarının büyük bir kısmı, aslında arı görmemiş karışımlardan oluşuyor.
Hal böyle olunca insanın aklına şu soru geliyor:
Gerçek bal nerede, sahte bal ne zaman bitecek?
Bu sorunun cevabı tüketicide değil, denetimde gizli. Bal, doğrudan insan sağlığını ilgilendiren bir ürün. Dolayısıyla hem Tarım Bakanlığı hem de Sağlık Bakanlığı tarafından çok daha sıkı bir şekilde denetlenmesi gerekiyor. Sahte bal üreten ya da piyasaya süren kişilere ciddi yaptırımlar uygulanmadığı sürece, bu sahteciliğin önüne geçilmesi ne yazık ki mümkün görünmüyor. Çünkü sahte bal üretimi, düşük maliyetle yüksek kazanç sağlayan kârlı bir sektör hâline gelmiş durumda.
Bugün market raflarında, pazar tezgâhlarında, yol kenarlarında ya da internet satışlarında rastladığımız bal kavanozları arasında gerçek ile sahtesini ayırt etmek neredeyse imkânsız. Ambalajın rengi, kokusu, kıvamı ya da fiyatı çoğu zaman yanıltıcı olabiliyor. Dahası, halk arasında dolaşan “balı şöyle test edersin, böyle anlarsın” gibi yöntemlerin pek çoğunun bilimsel karşılığı yok. Yani gerçek balın tadını sadece dilimizle anlamamız mümkün değil.
Tüm bu tabloyu düşündüğümüzde, tüketicinin bilinçli olması kadar devletin de güçlü bir denetim mekanizması kurması şart. Çünkü konu sadece ekonomik kayıp değil; sahte bal, içeriğindeki katkı maddeleri nedeniyle insan sağlığını ciddi şekilde tehlikeye atabilecek bir ürün. Çocukların bağışıklığını güçlendirsin diye alınan bir kavanoz balın aslında kimyasal şuruplardan oluştuğunu düşünmek bile tedirgin edici.
Sonuç olarak;
Gerçek balın sofralarımıza ulaşması, ancak üreticinin dürüstlüğü, tüketicinin bilinçli tercihi ve devletin etkin denetimiyle mümkün olabilir. Aksi hâlde biz yıllarca “bal yediğimizi” sanmaya devam ederken, sağlığımızı farkında olmadan riske atmayı sürdüreceğiz.
Bir gün kavanozun kapağını açtığımızda çıkan kokunun gerçekten doğaya ait olduğunu anlayabilmemiz dileğiyle…
