Armağan KULOĞLU


Cevap bekleyen soru: Neyin siyaseti yapılacak?

Cevap bekleyen soru: Neyin siyaseti yapılacak?


 

 

Türk kamuoyunu üç aydır meşgul eden, adı çeşitli şekillerde ifade edilmeye çalışılan, geçmişteki kötü örnekleri anımsatmasın diye “çözüm süreci” denmesinden kaçınılan, terörü sona erdirmeyi, Kürtlerle barış sağlamayı, iç ve dış güvenlik kaygılarını gidermeyi ve bütün bunlara paralel olarak da bir anayasa değişikliği veya yeni bir anayasa yapımına kadar uzanabilecek bir süreç oluşturmayı amaçladığı anlaşılan yoğun bir gündemin içinde bulunmaktayız.

 

Böyle bir sürece ihtiyaç var mı?

 

Türkiye 40 yılı aşkın bir süredir bölücü terörle mücadele etmektedir. Türk Milleti, 10,000’e yakını şehit olmak üzere 50.000’e yakın insanın ölümüne yol açan, binlerce güvenlik görevlimizin gazi olmasına neden olan, geride kalanları acılara gömen ve yüksek bir meblağ milli servet kaybına da yol açan mücadeleyle vatanı böldürmemiş, egemen, üniter, tek devlet ve tek millet yapımızı korumuş, bayrağımızı daima gönderde tutmuş, bölücülerin ve onları destekleyen emperyalistlerin terörle başaramadıkları amacına siyaset yoluyla ulaşmalarına da engel olmuştur.

 

Yurt içindeki terörist faaliyetler tamamen gündem dışı bırakılmış olup, bunun devamı için de kararlılıkla çalışılmaktadır.

 

Yurt dışında ise, Irak kuzeyindeki PKK terör faaliyetleri de etkisizleştirilerek kontrol altına alınmış, PKK’nın Suriye versiyonu PYD/SDG’nin kuzey bölgede oluşturmaya çalıştığı koridor da düzenlenen operasyonlarla akamete uğratılmıştır.

 

SDG’nin Suriye’de kontrol ettiği bölge ve kendisinin nasıl bir konum alacağı, oluşan yeni durum itibariyle belirsizliğini korumaktadır. Suriye fiili yeni yönetiminin çağrıları ve Türkiye’nin bu konudaki açıklamaları, bu örgütün silahlarını bırakması ve kendini feshetmesi, aksi halde güç kullanılarak bunun sağlanacağı yönündedir. ABD yeni yönetiminin tutumu da bu konuda belirleyici olacaktır.

 

Bu durumda etkisi neredeyse kalmayan bir terör örgütüne silahlarını bırakması, bunun yerine siyaset yapılması çağrısında bulunulmasının bir anlamı olmadığı gibi, bunun için terörist başına yapılan vaatlerin ve gösterilen itibarın da kabul edilebilir bir yanının olmadığı da bilinmelidir. Geçmişten edinilen tecrübeler ve terörle müzakere değil mücadele yapılacağı gerçeğinden de hareketle böyle bir girişime ihtiyaç olmadığı gibi, sonuçlarının da ülke gerçekleriyle bağdaşmayacağı düşünülmelidir.

 

Terör örgütü silahları bırakır mı?

 

Terörist başı, örgüte silah bırakma çağrısında bulunur mu, bunu sadece “umut hakkı” için yapar mı, yoksa başka şartlar ve istekler ileri sürer mi, bunu sağlayabilecek gücü ve otoritesi var mı, örgütün tamamı buna uyar mı soruları cevap beklemektedir.

 

Terörist başıyla görüşme sonucundaki açıklamada, bu şahsın kendisini kimlerle eşdeğer tuttuğuna, ülkeye kendine göre hak ettiği bir düzey ve demokratik dönüşüm belirlediğine dikkat edilmelidir. Bunu sadece umut hakkı için yapmayacağı, bazı isteklerde bulunacağı, küresel güç odaklarını da bu işin içine katabileceği söylenebilir.

 

Bu konuda Kandil ve SDG’yle, hatta ABD’yle dolaylı olarak iletişim içinde olabileceği de dikkate alınarak, zaten bölgede etkin olmayan Kandilin kısmen silah bırakma çağrısına uyabileceği, kalanın SDG’ye katılabileceği, istenen sonucun alınamaması durumunda yeniden toparlanabilme imkanını da elde tutmaya çalışacağı düşünülebilir.

 

SDG’nin durumu ise ABD’nin tutumuna ve Suriye yeni yönetiminin de gücü nispetinde kararlılığına bağlıdır. Türkiye’nin bu konudaki kararlılığı nettir.

 

Ancak ABD’nin İsrail’in güvenliği, BOP projesinin gereğini dikkate alarak, son tahlilde ortaya çıkarılması planlanan dört parçalı federal “Büyük Kürdistan”nın Irak ayağı oluşmuşken, Suriye ayağının da yeniden yapılanmada oluşması kolaylaşmışken, bu fırsatı değerlendirip IŞİD’i de bahane ederek bölgede kalmaya ve SDG’ye destek vermeye devam edeceği değerlendirilmektedir. SDG’nin sadece bölücü başının çağrısıyla silah bırakmayacağı aşikardır. ABD’nin Suriye’den askerlerini çekmesinden ziyade SDG’ye olan desteğini çekmesi önemlidir.

 

“Barışı sağlama” doğru bir yaklaşım mı?

 

Bugüne kadar Alevi-Sünni, Türk-Kürt çatışması başta olmak üzere mezhep ve etnisite üzerinden ülke insanının birlikteliğini bozmak, birbirine düşürmek, önce milleti, sonra da vatanı bölmek için birçok teşebbüste bulunulmuştur. Ancak başarılı olamamışlardır.

 

Türkiye Cumhuriyeti bunun için bedel ödemiştir. Şimdi bunu şehit ailelerine ve gazilere soralım onların rızasını alalım denmektedir. Onlar başımızın tacıdır. Siz onların acısını anlayamazsınız. “Vatan sağ olsun” der acılarını yüreklerinde yaşarlar. Zaten rıza göstermezler. Ancak büyük bir ümitle “ya gösterirlerse” diye beklenti içinde olanlara da “rızalarını nasıl alacaksınız?” diye sormak, aldık derlerse de inanmamak gerekir. Böyle bir soru sorulamaz. Konu, rıza gösterilmesine de bağlanamaz.

 

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ahaliye “Türk Milleti” denmiştir. Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Vatandaşların kanunlar, imkanlar ve fırsatlar önünde eşitliği esas alınmış, anayasadaki hükümlerle de garanti edilmiştir.

 

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında, kışkırtıcılar hariç, bir kavga, bir savaş yoktur. Savaş olmayan yerde neden varmış gibi davranıp barış sağlanmaya çalışılmaktadır? Sorun bölücülerdir. Bölücü siyasetçiler ve teröristlerdir.

 

Bölücü siyaset ve terörle mücadele edilir. Müzakere ederek barış sağlanmaya çalışılması demek, ülke bütünlüğünden, milletin bütünlüğü olan tek millet ilkesi üzerinden pazarlık yaparak, tavizler vererek bölünmeyi planlamak demektir.

 

Bu hafta başında bir bölücü milletvekilinin “Tarihsel bir kırılma anından geçmekteyiz. Ya pozitif bir şekilde kırılma gerçekleşecek barışı inşa edeceğiz, ya negatif yönde kırılmalar gerçekleşecek ve her yer Gazze olacak” tehdidi dikkate alınmalıdır.

 

Neyin siyaseti yapılacak?

 

Türk Milleti/Türkiye halkı yerine, milleti parçalara ayırıp Türkiye halklarını mı? Türk halkını Cumhuriyetle, tebaadan/ümmetten Millet olmaya kavuşturan, onu millet yapan özelliklerden vazgeçilmesini mi? Yerelden başlayıp özerklik/eyalet anlayışıyla vatanın bölünmesini mi? Bölücü siyasetçilerin dile getirdiği; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde sözde Kürdistan olarak tanımladıkları bölgedeki sulardan, petrolden hak talep etmelerini mi? müzakere edeceğiz.

 

Bölücülük terörle ve siyasetle yapılır. Terörle mücadele edilerek bölücülük önlenebilir. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti bunu başarmıştır. Ancak siyasetle yapılan bölücülük daha tehlikelidir. Bu siyasetin yapılmasını bekleyen ve onu teşvik eden ve destekleyen dış güçler de bu siyasete katılır ve tehlike daha da büyür.

 

Türk vatanı ve milletinin varlığı, üniter yapısı, bütünlüğü, güvenliği ve bekasını tehlikeye sokacak görüşmelerden, anayasa ve yasalarda değişikliklerden kaçınılması hayati önemdedir. Ana muhalefet bir siyasi partiyi elinden kaçırmama, iktidar da yanına çekme düşüncesini bırakmalı, seçim/iktidar değil, ülke için aklıselim içinde olmalıdır.