ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi
ABD’nin açıklanan yeni Ulusal Güvenli Strateji Belgesi’nin, öncekilerden oldukça farklı, esas itibariyle Trump’ın düşüncelerini yansıtan, ancak beraberinde bazı belirsizlikleri de içeren bir çerçeve çizdiği, Trump dönemi sona erdiğinde kapsam ve içerik itibariyle Dışişleri, Pentagon ve CIA’in de etkisiyle dikkate alınmayacağı düşünülmektedir.
Ayrıca bu belgenin halen yürürlükte olan NATO Stratejik Belgesiyle de uyum sağlamadığı, Temmuz 2026’da NATO liderlerinin de katılacağı zirvede yenilenecek olan ve öncekiyle de oldukça paralellik göstereceği kıymetlendirilen yeni belgeyle de uyum sağlayamayacağı beklenmektedir.
ABD’nin bu belgede, Avrupa’nın güvenliğini dikkate almadığı, Rusya’yı asıl tehdit olarak görmediği, Çin’i tehdit, hatta stratejik rakip olarak da nitelendirmeyip kışkırtmamaya çalıştığı, ancak yine de Asya-Pasifik bölgesini dikkate alarak kontrolu elden bırakmamayı da gözettiği anlaşılmaktadır.
Ayrıca, “Batı Yarım Küre” olarak tarif edilen Kuzey ve Güney Amerika Kıtası ve civarındaki tüm kaynakları kontrol etmeyi, ihtiyaç halinde Afrika Kıtası ve dünyanın diğer bölgelerindeki ham madde kaynaklarına da ulaşmayı dikkate aldığı görülmektedir.
Bakıldığında barışçıl bir belge olarak görünmesine rağmen, belgede ve doktrinde “Önce Amerika ve hep Amerika” ilkesinin esas alındığı ve “güç yoluyla barış” politikasının benimsendiği, Tayvan’ı Çin’den korumak için bile çatışmayı değil, askeri üstünlüğü sürdürmeyi tercih edeceği söylenebilir.
ABD’nin, Savaş istemediği algısını yaratmaya çalışmasına rağmen Savunma Bakanlığının adını “Savaş Bakanlığı” olarak değiştirmesine, çıkarlarını korumak ve yeni çıkarlar elde etmek için, hatta barışı tesis etmek için ülkeleri başta askeri olmak üzere, ekonomik ve politik güç unsurlarıyla tehdit etmesine (güç yoluyla barış), bu nedenlerle de savunma bütçesini arttırmasına dikkate edilmelidir. Trump’ın böylece hem kendi silahlanmasını arttırdığı hem de dışarıya önemli miktarda silah satarak silah sanayiini ve bu yolla elde edeceği geliri de hesaba kattığı anlaşılmaktadır.
Trump’ın gittikçe aşırıya kaçan, özellikle ekonomik çıkarlar elde etmek için doyumsuz ve dengesiz hareket ve davranışları ihtiyatla karşılanmalıdır. Dün ağır bir şekilde tenkit ettiği ülke/lider/ olayı, bugün yere göğe sığdıramayacak ölçüde methetmesi artık olağan hale gelmiştir. Bir ülke veya lidere fazla itibar göstermesinin ardında ne olabileceği düşünülmelidir.
Sonuçta bu belge, ABD’nin uzun vadeli bir belgesi olarak değil, dönemsel olan ve sadece bir Trump belgesi olarak algılanmalıdır. Ancak işlevini sürdürdüğü ve ona göre tedbir alınması gerektiğinin de bilincinde olunmalıdır.
Belgenin Avrupa ve Türkiye’ye etkileri
Trump’ın, NATO ittifakına fazla önem vermediği, dünyayı ABD’nin gücünü kullanarak, münferit, kısmen bölgesel ittifaklarla ve bireysel temaslarla tek kutupluymuş gibi yönetebileceğini hesapladığı bilinmektedir. Avrupa’nın da fazla harcama yapmadan, harcamalarının çoğunu ABD’nin yaptığı NATO şemsiyesi altında güvenliğini sağladığı düşüncesinde olduğu da bir gerçektir.
Bu nedenle Trump, Avrupa’ya kendi güvenliği için biran evvel her türlü tedbiri alması gerektiğini ve dünyanın bazı bölgelerindeki ABD kuvvetlerini azaltmayı planladığı gibi Avrupa’dan da çekeceğini beyan etmiştir.
Bu düşüncede olan, hatta daha fazlasını isteyen ABD siyasetçileri de vardır. Bunlardan biri de Kongre üyesi Thomas Massie’dir. Massie, ABD’nin NATO’dan çekilmesini öngören bir yasa teklifini Temsilciler Meclisi’ne sunmuş ve NATO’yu “Soğuk Savaş kalıntısı” olarak niteleyerek, ittifaka ayrılan bütçenin ABD’nin kendi savunması için kullanılması gerektiğini ifade etmiştir.
Yasa tasarısında, NATO’nun artık ABD’nin güncel ulusal güvenlik çıkarlarıyla örtüşmediği, Avrupalı NATO üyelerinin kendi savunmalarını sağlayacak yeterli ekonomik ve askeri kapasiteye sahip olduklarına da değinmiştir.
AB başta olmak üzere Avrupa ülkeleri bu gelişmelerden endişe duymakta, Ukrayna yenilgisini, AB açısından NATO’nun yenilgisi ve çözülmesinin başlangıcı olarak görmektedir. AB, Trump’ın AB’yi dışarıda tutarak Rusya’yla görüşmesini, ABD-AB ilişkilerinin zayıflamakta olduğunun bir işareti olarak nitelendirmekte, AB’nin birliğini ABD olmadan muhafaza etmesi konusunda endişelenmektedir.
Ancak Trump’ın göremediği önemli birkaç konu vardır. Bunlardan biri ABD’nin, Soğuk Savaş sonrası açıkta kalan Sovyet ülkelerini, NATO’nun genişlemesi stratejisi kapsamında kontrol altına alması ve bu suretle kendi nüfuz alanını genişletmesidir. (Bir not olarak hatırlatılması gereken husus da bu genişlemenin dozunu kaçırdığını ancak Ukrayna savaşıyla anlamış olmasıdır.)
Bir diğeri, NATO’nun etkisiyle Avrupa ve AB üzerinde söz sahibi olmasıdır. Trump’ın göremediği bir başka konu da, günümüz teknolojisini dikkate alarak ABD’nin iki okyanus arasında güvenli olmasının artık gittikçe zorlaştığı, Avrupa’nın ABD için doğuya karşı bir kalkan görevi gördüğü, güvenlik ve işbirliği için ortaklara da ihtiyacı olduğu gerçeğidir.
Bu gelişmelerin Türkiye’ye etkisi ise, AB tarafından Türkiye’nin askeri gücünün, Avrupa’nın savunması için önem ve öncelik kazanması ve bu vesileyle ilişkilerde daha verimli ve dikkatli olması, Türkiye’nin Avrupa Güvenlik Mimarisi içinde etkili olabilecek bir ülke olarak görülmesidir.
Türkiye’nin bu konuda çıkarlarını dikkate alarak hareket etmesi önem arz etmektedir. Ancak Yunanistan ve GKRY’nin AB üyesi olması, AB’nin bu konudaki girişimlerini engellemektedir. Yunan-Rum ikilisi için önemli olan Türkiye’nin bölgede etkinlik kazanmamasıdır. Bu kapsamda bu ikilinin, AB’nin savunma için ayırdığı SAFE fonu olarak adlandırılan programdan Türkiye’nin pay almasını önlemek için Türkiye’ye şantaj yaptığı unutulmamalı ve ilişkilerde bu durum dikkate alınmalıdır.
Belgedeki Ortadoğu’daki durum ve bunun Türkiye’ye etkileri
Trump’ın bu belgesi içinde Ortadoğu’daki kuvvetlerini de azaltması söz konusudur. Ancak buradaki önemli nokta, ABD’nin Ortadoğu’daki kalesi İsrail’in bölgede güvenli olması ve etkinlik sağlaması birinci önceliğidir. Bu önceliğin bir göstergesi de Suriye’nin kuzeyinde konuşlanmış olan PKK/PYD/SDG’nin varlığını bir şekilde devam ettirmesine verdiği destek ve bu yapının şimdi olmasa da yakın bir zamanda dört parçalı Kürt Federasyonu’nun Suriye ayağını oluşturmasını planlamasıdır.
Bu gelişmeler BOP ve Türkiye’de devam etmekte olan “Terörsüz Türkiye” projesiyle birlikte mütalaa edilmelidir. Yoksa ABD, sözde üniter yapıda bir Suriye arzuladığını söylerken, SDG’ye ABD 2026 bütçesinde 130 milyon dolarlık bir bütçe ayırmaz, Suriye’yi de bu şartlarda İsrail ile anlaşmaya zorlamazdı. Barrac da, Türkiye’nin ulus devletini yanlış olarak nitelemez ve Türkiye’ye Osmanlı Modelini ve Türk-Kürt-Arap birlikteliğini öngörmezdi.
ABD, İsrail’in güvenliği söylemiyle bu ülkenin Suriye güneyindeki işgalini de desteklemektedir. Dahası, bir hükümdar edasıyla “Golan Tepelerinin mülkiyet hakkını İsrail’e verdim” demesi de “ben yaptım oldu” düşüncesinin bir tezahürüdür.
SDG’nin varlığının bu şekilde korunması ve İsrail-PKK/PYD/SDG işbirliği Türkiye’nin güvenliğine tehdit durumundadır.
Yunanistan, GKRY ve İsrail’in çıkar ortaklığı
Yunanistan, birinci ve temel tehdit olarak Türkiye’yi gördüğünü açıkça söylemekte ve giriştiği silahlanma yarışına Türkiye’nin sebep olduğu pişkinliğini de göstermektedir. Bu kapsamda İsrail’le yakın bir işbirliği içindedir. Ondan Adalarda konuşlandırmak üzere füzeler almaktadır. Adalarda Türkiye’ye karşı savunma kapasitesini arttırmaktadır.
GKRY’de İsrail’e limanlarında ve üslerinde imkanlar tanımaktır. Şimdi de İsrail tarafından İsrail-Yunanistan ve GKRY’nin 2500 kişilik ortak bir askeri güç oluşturması için gündeme getirilen ve çalışmalara başlanan projedir. Buna hava sahası kontrolü, ortak operasyonel senaryolar ve askeri koordinasyon konuları da dahil edilmektedir. Gerekçesi de Türkiye’nin bölgedeki artan askeri kapasitesi olarak gösterilmiş, bu konuda 22 Aralık 2025’de Kudüs’te bu üç yönetimin katıldığı bir zirve düzenlenmiştir. Zirveden savunma ve deniz güvenliğinde işbirliği ve koordinasyonu arttırma kararı çıkmış ve bu birlikteliğin Türkiye’ye karşı olduğu verilen mesajlarla da teyit edilmiştir.
İsrail bu düzenlemeye, Türkiye’nin artan etkisi nedeniyle mecbur kaldıklarını söylerken, Yunanistan ve GKRY bu durumdan memnundur. Ancak Yunan muhalif medyası, Yunanistan’ın İsrail-ABD çizgisine bağlandıkça Ege’de savaş riskinin arttığını, İsrail’in kendilerini kullandığını, bu işten rasyonel bir çıkarlarının olmadığını beyan etmektedir.
Bütün bunlara ilave olarak, Türk Devletleri Teşkilatı üyelerinin AB’den aldığı ekonomik imkanlar karşılığında KKTC’yi gözlemci ülke olarak kabul etmelerine rağmen yok sayması da henüz unutulmamıştır. Şimdi de Katar’dan sonra BAE de KKTC’yi yok sayarak Rum yönetimiyle siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirmektedir. Bu gelişmeleri iyi analiz etmekte ve kimin gerçek dost, kimin düşmanca hareket ettiğine dikkat etmekte ve buna göre dış politikada tedbirler almakta fayda görülmektedir.
***
Türkiye’nin kendi çıkarlarını düşünerek politikalarını gözden geçirmesinin, dışarıdan ve içeriden gelen, birlik ve beraberliğimizi zedeleyen ve enerjimizi boşuna tüketen girişimlere ve süreçlere bir an önce son vermesinin, askeri, politik ve ekonomik gücünü arttırarak, öncelikle caydırıcı olmasının, çıkarlarını, güvenliğini ve bekasını dikkate alarak gerektiğinde askeri gücünü de kullanmakta tereddüt etmemesinin gerekli olduğu değerlendirilmektedir.
Yeni yılda sağlık, mutluluk ve huzurlu günler dileklerimle
