Armağan KULOĞLU

Tarih: 15.11.2024 00:49

Durup dururken

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye’nin, kısır bir döngü içine girdiği ve iç siyasetin bir o tarafa bir bu tarafa savrulduğu, karşılıklı beyanların ardı arkasının kesilmediği ve çekişmelerden somut bir sonuç çıkmasının da beklenmediği bir süreç içinde olduğu görülmektedir.

Bu süreç terörün sona erdirilmesi adıyla başlatılmıştır. Ancak söylenen şekilde uygulamasının mümkün olamayacağı açıktır. Konunun “terörü sonlandırma” söyleminin cazibesiyle başka amaçlara dönüştürülmek istendiği düşünülmektedir.

Çağrının etkileri

Terörü sona erdirmeye ilişkin çağrının yapılmasına kadar, Yönetimin de sık sık ifade ettiği gibi, ülke içindeki terör faaliyetlerinin verilen mücadeleyle neredeyse sıfıra indirildiği, buna teşebbüs edenlerin de alınan tedbirlerle önceden tespit edilerek etkisiz hâle getirildiği bilinmektedir. İstisnai durum, çağrının yapılmasını takip eden gün meydana gelen hain TUSAŞ saldırısıdır.

Ülke içinde sınıra yakın bölgeler ve sınır ötesindeki teröristlere karşı yapılan mücadelelerden olumlu sonuçlar alındığı, ilgili makamlarca yapılan açıklamalar, yazılı, sözlü ve görsel medya vasıtasıyla öğrenilmektedir.

Hâl böyleyken, bir müddettir sanki hazırlık paslarıymış gibi dillerde dolaşan “çözüm süreci” sözlerini takiben, “terörü sonlandırma” adı altında, yaptıklarının cezasını ağırlaştırılmış müebbet hapisle 25 senedir İmralı’da çekmekte ve çekmeye de devam edecek olan teröristbaşına ve terörle irtibatlı olduğu söylenen siyasi partiye çağrı yapılması sürpriz olmuştur.

Bu çağrıdan sonra, bunu destekleyen veya buna itiraz eden siyasi aktörlerin söylemleri ve medyadaki yorumlarıyla ülkenin gündemi değişmiş ve bugüne kadar sorunun, ısrarla ve hassasiyet gösterilerek “terör sorunu” olduğu ifadesi, yeniden “Kürt sorunu” olarak söylenmeye başlanmıştır.

Geçtiğimiz yıllarda bireysel olarak sıkıntı yaratan konularda, söylem ve yayın imkânı dâhil, gerekli olan serbestlikler verilmiş, birçok konu suç olmaktan çıkarılmış, zaten anayasanın hükümleri gereği var olan yurttaşlar arasında ayırımcılık yapılamayacağı ve eşitlik konusunda daha da hassasiyet gösterilmiştir. Hem anayasal hem de uygulamada bütün vatandaşlarımız, kanunlar ve fırsatlar karşısında eşittir.

Ancak çağrıdan sonra, bir türlü Türkiye partisi olamayan siyasi parti mensuplarının ve bu alanda söylemlerde bulunan entelektüellerin, gittikçe artan bir düzeyde “Kürtçülük” propagandası yaptıkları ve kollektif istek taleplerini gündeme getirdikleri, hatta tehditvari söylemlerde bulundukları görülmüş ve girilen süreç adeta bölücülerin ayranlarını kabartmıştır.

Aslında acil bir sorun yokken, yeri ve zamanı da olmamasına rağmen, durup dururken bu konunun ülke gündemine sokulması, zaten var olan kutuplaşmayı ve gerginliği arttırmış, diğer taraftan da terörle mücadele için alındığı söylenen uygulamaların bu periyotta da devam etmesi zihinlerde çelişki yaratmıştır.

“Çözüm süreci” teşebbüsü gerçekleşebilir mi?

Teröristbaşının TBMM’de belirtilen siyasi partinin grup toplantısında konuşmasının kanunlar ve iç tüzük gereği mümkün olmayacağı, bu girişimin meclis ve vatandaşların kahir ekseriyeti tarafından da tepkiyle karşılanacağı dikkate alınmalıdır. Ayrıca 25 yıldır cezaevinde bulunan teröristbaşının örgütle ilişkisinin ancak sembolik düzeyde kalmış olacağı da düşünüldüğünde, kastedilen etkiyi yaratmayacağı da bilinmelidir.

Zaten PKK da artık eski PKK olmayıp, amacı kollektif hakların da ötesinde ayrı bir yönetim, hatta devlettir. Kuruluşundan itibaren dış güçlerin desteğini alan ve almaya da devam ederek varlığını devam ettiren silahlı bir terör örgütüdür. Sevk ve idaresi Kandil’den yapılmaktadır. Örgüt üzerindeki etkin baş aktör ABD’dir. Bu nedenle teröristbaşının silah bırakma çağrısına uyması mümkün değildir. Olamayacağı belli olan bir konunun ortaya atılmasının başka amaçlar taşıdığı şüphesi vardır.

Suriye’nin kuzeyinde kurulan ve PKK’yla organik bağı olan PYD/YPG, IŞİD’le mücadelenin ardından ABD’nin kontrolünde, himayesinde ve desteğinde, Suriye topraklarının 1/3’ne yakın, Suriye petrol kaynaklarının da olduğu bir alanda hakimiyet sağlamıştır. Sonradan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adını alan bu örgüt, ağır silahlara, dronlara, modern malzeme ve teçhizata sahip, ABD’li askerler tarafından eğitilmiş 70.000-100.000 arasında mevcudu olan illegal askeri bir güç durumuna gelmiştir. Bu örgütün de yapılan çağrıya uyması hayaldir. PKK’yla SDG/PYD/YPG aynı örgüttür. Aralarında geçişkenlik olup, Irak’ta PKK, Suriye’de YPG ismini almaktadır.

Terör örgütlerinin amacı

PKK terör örgütünün amacı, ülkemizi bölmek ve bir kısmını koparmak, sözde Birleşik Kürdistan’ın Türkiye ayağını yaratmaktır. Türkiye Cumhuriyeti 40 yılı aşkın bir süredir bu terör örgütüyle mücadele etmiş ve mücadeleye de devam etmektedir. Örgüt, Türk Güvenlik Güçlerinin mücadelesi sonucu amacına ulaşamamıştır. Ülke içinde ve Irak sınırı ötesinde mücadeleye devam edilmektedir.

Terörle mücadele, askerî ve bununla bağlantılı diğer alanlarda, siyaset yoluyla veya ikisi bir arada yapılır. Silahlı mücadelede gücü yeten amacına ulaşır. Bölücü terör askerî amacına ulaşamamıştır. Ulaşması da mümkün değildir. Çünkü bu konu vatan savunmasıdır. Ancak mücadele siyasi alana taşınırsa kontrol, iç çekişmelerin ve dış güçlerin etkisiyle elden kayabilir. Siyasi alan daha tehlikelidir.

Terörle müzakere değil, mücadele edilir. Müzakere yapmak askerî alanda çaresiz kalmak demektir. Böyle bir durum mümkün olamayacağına göre, konunun göz göre göre tehlikeli olan siyasi alana taşınıp müzakeresi de yersizdir.

Bölücü terör örgütünün beklentisi, silahlı gücü elinde tutup, konunun siyasi alana taşınmasını sağlamak, siyasetin tıkandığı yerde terörle siyasetin önünü açmaktır.

Bu nedenlerle PKK bölücü terör örgütü yok edilmeden silah bırakmaz. Bıraksa dahi müstakilen müzakere de yapamaz. Çünkü bu konuda söz hakkı yoktur. Bu konuda muhatap, başta ABD olmak üzere Batı’dır. Dolayısıyla müzakerelerde de muhatap terör örgütü değil, ülkemizi siyaseten bölmek isteyen dış güçler olacaktır.

Birleşik Kürdistan’ın Irak ayağı zaten oluşmuş olup, birleşmeyi beklemektedir.

Suriye ayağı da ABD’nin destek ve himayesinde özerkleşme yolundadır. ABD, Türkiye’nin bu yapıyı kabullenmesinin siyasi yollarını oluşturmaya çalışmaktadır. Bu yapı Türkiye’ye tehdittir. Bu tehdit, ilgili ülkelerle müzakere edilerek, gerektiğinde güç kullanarak önlenmelidir. Asıl ve öncelikli konu budur.

***

-Yönetimin, terörle bağlantılı olduğu söylenen siyasi partiyi, gerçekleşemeyecek bir girişimle yanına çekme çabasında olması, bunu siyasi rant elde etme amacıyla yaptığı şüphesi yaratmaktadır. Bu sürecin biran evvel sonlandırılmasında fayda görülmektedir.

-Çözüm bekleyen birçok önemli konu dururken gündem, gereksiz bir konuyla meşgul edilerek ülke enerjisi boşa harcanmamalıdır. Kutuplaşmadan, gerginlikten, birlik ve beraberliği zedeleyecek girişimlerden uzak durulmalıdır.

-Terörle mücadeleye hâlen kararlılıkla devam edilmesi ve devam edeceğinin de anlaşılması, mücadeleden taviz verilmeyeceğini göstermektedir. Son günlerde yaşanan gelişmeler, bu girişimin sakıncalarının görülerek geri adım atıldığını işaret etmektedir. Bu nedenle ümitsizliğe kapılmamıza da gerek yoktur.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —