Armağan KULOĞLU

Tarih: 14.03.2025 00:02

KIBRIS KONUSU “EĞRETİ POLİTİKA” KABUL ETMEZ

Facebook Twitter Linked-in

Siyasetçilerin oy kazanmak, kazanılan oyları muhafaza etmek veya belirli bir kesimi konsolide etmek için, değişik zamanlarda birbiriyle çelişen değişik söylemlerde bulunması, doğru bir yaklaşım olmamasına rağmen, iç politikada “dün dündür, bugün bugündür” anlayışı ve büyük bir kesimin de sorgulama yapamamasından dolayı kabul görmektedir. Ancak dış politikada öncelikle ülke çıkarları söz konusu olduğundan, siyah veya beyaz gibi mutlaka kesin ve net ifadeler yerine, tutarlı olmak kaydıyla ve ana politikadan sapmadan, ihtiyaç halinde gri alanlar içinde hareket edilmesi de söz konusu olabilir.

Fakat konu Yunanistan ve Kıbrıs olduğunda, kararlı ve tutarlı davranmak, belirlenen politikanın ısrarla arkasında durmak önemli hale gelmektedir.

Bugüne nasıl geldik?

1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasası, adada yaşayan iki topluma yönetimde eşit hak ve yetkiler vermemiş olup, Rum ağırlıklı bir yapıdadır. Rum hakimiyeti bu yapı içinde kısa sürede artmış, Ada Türklerine yaşam hakkı tanımayan kararlar alınmış, Türkler canlarından bezdirilerek, öldürülerek, mallarına el konularak Adayı terk etmeye zorlanmıştır. Zaten Rumlar lehine olan anayasa, Türk Toplumuna hak tanımayan, adada tamamen Rum kontrolünü sağlayan ve Yunanistan’a ilhakına kapı aralayan bir şekilde 1963 yılına değiştirilmiştir. Bu gelişmeyle Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen sona ermiş olup, yok hükmündedir.

Bu tarihten sonra Türkler Adada barınamaz hale gelmiş, kurulan Türk Mukavemet Teşkilatıyla (TMT) adada tutunmaya çalışmış, Türkiye de garantörlük hakkını kullanarak havadan müdahale etmek zorunda kalmıştır.

Adada durumun kontrolden çıkması, Türklerin tamamen yok edilmeyle karşı karşıya bırakılması ve adanın Yunanistan’a ilhakını sağlayacak bir darbe yapılması üzerine Türkiye, 1974’de garantörlük hakkını kullanarak Adaya müdahale etmiştir. Kuzey bölgede şimdiki sınırlara haiz bir bölge kontrol altına alınarak Türklerin güveni sağlanmış ve bu bölgede Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuştur.

Ortaya çıkan durumun çözümü için BM ve muhatap ülkelerle yapılan müzakereler sonuç vermemiş, neticede 1983 yılında mevcut federe yapı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adıyla bağımsızlığını ilan etmiştir.

Böylece Kıbrıs sorunu, 1974’de çözülmüş ve 1983’de bitmiş, ortada bir sorun kalmamıştır. O zamandan beri Adada barış, istikrar ve huzur vardır. Ancak Türk düşmanlığını ön planda tutan Yunanistan ve Batı bu durumu kabullenememiş, KKTC’ye kısıtlamalar, ambargolar uygulamış ve sürekli müzakereye zorlamıştır.

BM’nin Annan Planı olarak 2024’de ortaya koyduğu, Türklerin egemenliğine son veren, adada ikinci sınıf vatandaş yapan, güvenliğini sağlayamayan ve elindeki toprakların çoğunu alan, yaşam hakkı tanımayan ve Türkiye’nin de güvenliği aleyhinde olan plan, taraf ülkelerin katılımıyla yapılan müzakereler sonucunda, maalesef Türkiye’nin de kabulüyle referanduma sunulmuştur. Adanın 10 yıl kadar bir süre içinde tamamen Rum kontrolüne geçmesini sağlayacak bu plan, yapılan yoğun propaganda ve aldatmaca söylemler sonucu Türk tarafınca kabul edilmiş, ancak Rumların bu kadar beklemeye tahammül edememesi nedeniyle Rumlar tarafından reddedilmiştir. Bu gelişmeler üzerine AB, Türk tarafını açığa düşürmek için GKRY’ni, fiilen olmayan Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla, tek taraflı ve anlaşmalar hilafını AB’ye üye yapmıştır.

BM, AB, ABD, Yunanistan ve GKRY, özetle Batı, Kıbrıs konusunu bir sorun olarak nitelendirerek sürekli olarak Türk tarafını müzakere masasına çekip, KKTC’nin varlığına son vermeye çalışmaktadır.

Müzakere tuzağına düşürme çabaları

Son 20 yılda, her an değiştirilme temayülü gösteren “eğreti politikalar” ortaya konarak bazı yalpalamalar olmuşsa da Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC, sonuçta “Egemen, eşit, iki ayrı devlet” anlayışını kabul etmiş olup, bu politika takip edilmektedir. Türkler bu duruma bedel ödeyerek gelmiştir.

Kıbrıs konusunu “sorun” olarak kabul ettiğinizde, masaya oturma tuzağına düşer ve hakkınız olmasına rağmen önünüze “çözelim” diye sürülen konulara çare arayışlarına girerseniz elinizdekileri de kaybedersiniz. Esas olan; uluslararası ve ikili görüşmelerde, hakkınız ve hukukunuz olan konularda tezlerinizi güçlü bir şekilde dile getirerek emrivakilere imkân tanımadığınızı göstermek, bunun için diplomaside yoğun çaba sarf etmek, gerektiğinde bunları politik girişimler ve askeri faaliyetlerle de güçlendirmektir.

BM Genel Sekreteri, müzakerelerin yeniden başlaması amacıyla kişisel özel temsilci görevlendirmiş, bu temsilci de tarafları, gayrı resmi bir yemek düzenleyerek bir araya getirmeyi başarmıştır. Bu gelişme maalesef müzakere sürecinin yeniden açılmasına fırsat yaratabilecek niteliktedir. Yemekteki en sıkıntılı husus maalesef, tarafların “yeniden birleşme sürecindeki adımları değerlendirmek üzere tekrar bir araya gelme” konusunda anlaşmalarıdır.

Müzakerelere hangi formatta katılınacağı konusunda bir uzlaşı sağlanamamış, İngilizlerin 1960 modeline benzer bir Kıbrıs Cumhuriyeti önerisinin olduğu belirtilmiştir.

Bu modelde, Federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti, federe devletlerin de egemen toplumlu olması, böylece “sorunun” BM kriterlerine göre hem “Kıbrıs Federe Cumhuriyeti”, hem de Türklerin “egemen, eşit, iki devlet” tezine yakın bir şekilde çözülmesi öngörülmektedir. Garantörlük, asker bulundurma gibi hususlar söz konusu değildir.

Rum Alithia gazetesi, ikinci gayrı resmi görüşmenin 17-18 Mart 2025’de Cenevre’de yapılacağını ve bu görüşme sonucunda, “ya Kıbrıs sorunda çözümüne giden yolun açılacağı, ya da çözümsüzlüğün kesinleşeceği” yorumunu yapmıştır.

Bu girişimler tamamen aldatmacadır. GKRY, ABD ve İngiltere’yle görüşerek ikinci bir Annan Planı oyununu kurgulamaya çalışmaktadır. Türk tarafı bu tuzağa düşmemeli, uyguladığı politikadan sapmamalıdır. Aksi durum KKTC’nin sonu demektir.

Müzakerelerden uzak durulmalı, son tahlilde masaya ancak “Egemen, eşit iki ayrı devlet” statüsünde KKTC’nin tanınması/tescili için oturmalıdır. Defalarca önerdiğimiz üzere, KKTC adının da federasyonu çağrıştırmaması için, bir an önce Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KTC) olarak değiştirilmesinde fayda görülmektedir.

***

BM ve Batı’nın, Filistin/Gazze, Ukrayna, Suriye gibi bölgelerde çatışmalar varken, bu bölgelere barış getirmekle meşgul olması gerekirken, 50 yılı aşkın bir süredir barışın, istikrarın, huzurun ve sükûnetin hâkim olduğu Kıbrıs’ın mevcut statüsünü değiştirmeye çalışmasının, Rum-Yunan ikilisini tatmin etmekten ve Türklerin hak ve hukukunun aleyhinde olmaktan başka bir amacının olmadığı bilinmelidir.

Görüşmeden kaçtı dedirtmemek için yapacağımız görüşmelerde gri alanlara girme lüksümüz yoktur. Benimsediğimiz politikanın uygulanmasında kararlı olduğumuzu ortaya koymak ve müzakeresine imkân tanımamak, KTC’nin tanınmasına da ağırlık vermek esas olmadır.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —