Atilla ÇİLİNGİR


KIRILMADIK NE KALDI? (73)

KIRILMADIK NE KALDI? (73)


... Dünden devam


 2003-2004 yıllarında AKP Hükümetini devirmeye yönelik darbe planları ile 2006’da yüksek bir yargıcın öldürüldüğü Danıştay Saldırısı ve. 2007’de Malatya’da üç Hıristiyan’ın öldürüldüğü Zirve Yayınevi katliamıyla birlikte bu iddianameler; bu davanın temel iddialarını oluşturmuştur.
Ergenekon davası ile ilgili ilk iddiaları; şu anda Kanada’da Yahudi bir rahip olarak yaşayan Tuncay Güney, 2001 de bir otomobil dolandırıcılığı soruşturmasında ortaya attığını, bu dava başladıktan sonra, ana muhalefet partisi lideri Baykal’ın; bu davayla ilgili türlü hukuksuzlukları, uzun tutukluluk sürelerini gündeme getirerek; dönemin Başbakanını eleştirmesini, o günün basınında çıkan manşetlerde Başbakan’ın da: ‘’Ben bu davanın savcısıyım’’ dediğini, eminim ki tarih yazıcıları kayda almıştır...
 Tarihimizin hiçbir sürecinde, hesabı kapanmamış bir olay yoktur, kalanları ise, birer, birer kapanmaktadır… (27 Mayıs 1960 dönemi, 28 Şubat Süreci, 12 Eylül 1980 dönemi gibi…)
 İnancım o dur ki, ’Ergenekon ve Balyoz Davaları’ sürecinde, bu dönemde yaşananlar; günü gelince tarihin unutmaz sayfalarında yazılı belgelerle/kayıtlarla bir kez daha sorgulanacaktır..!
 İşte o zaman; yaşanan ve yaşatılan her ne varsa, mutlaka bir kez daha dile gelecek ama umarım bu defa ‘paralel yapı hukuku’ değil, gerçekler ve gerçekleri anlatan adaletin sesi konuşacaktır.
 Davalar boyunca yaşanan, yazılı ve görsel basına yansıyan bu hukuksuzluk süreci;  içimi öylesine acıtmıştı ki, 27 Nisan 2010 tarihinde, ‘Silivri Cezaevine’ giderek ziyaret ettiğim arkadaşlarımın hiçte hak etmedikleri ‘o görüntülerinden’ sonra;
 Aşağıdaki yazımı kaleme almıştım:

                                          SİLİVRİ’DEN TAŞAN DUYGULAR…
                                        ‘’Yiğitlerin kalbi, sırların mezarıdır…’’

 Duygusallık; insana özgü, insanca yaşamanın, hissetmenin en belirgin özelliğidir. Gözlerden akan yaşlar ise; bu özelliğin en doğal nişanesidirler…
 Kimi zaman içine akıtırsın o yaşları! Bazen de elinde olmadan bir çift pırıltı süzülüverir göz pınarlarından…
 An’lar vardır, yaşanmış bir ömrü anlatır! An’lar vardır, yaşattıkları ile beynimize çakılır kalır! İşte böylesine bir an, yaşamınızın en kötü anısı olur; bir daha silinmemecesine, hafızanızda yerini alır.
 Her insanın hayatında çok önemli yeri olan kişiler vardır.
 Anneniz, babanız, eşiniz, evlatlarınız, kardeşleriniz ve torunlarınız; onlar hayatınızın en önemli varlıklarıdır…
 Ama bir de, hayatınıza ayrı bir anlam katan ve yaşam kaynağınıza güç veren dostlarınız, arkadaşlarınız da vardır.
Sevinçli ve güzel günlerinizde sizi yalnız bırakmayan, kimi tanıdıklarınızın tam tersine! En acılı ve en sıkıntılı günlerinizde yanı başınızda hep onlar vardır.
Çoğu zaman, yüreğinizdeki acıyı paylaşan ve gözlerinizin aradığı da onlardır.
 Artık onlarla kardeşlikten öte duygular yaşarsınız, en sıkıntılı dönemlerinizde önce onu ararsınız. Bu can yoldaşlığı herkese nasip olmaz. Bu nitelikleri arasanız da, her insanda bulunmaz!
 Ben çok şanslıyım ki, 51 yıl önce tanımışım onu. Oysa henüz 12 yaşında bir çocuktuk! Ama üzerimizdeki üniforma ile 1959 yılında, Selimiye Askeri Orta Okulunun, küçücük bir askeri olmuştuk.
 Birlikte geçirdik çocukluğumuzu, gençliğimizi… Aynı askeri okulların sıralarını, karavanalarını paylaştık.
Şanlı Sancağımızın huzurunda birlikte yemin ettik, o kutsal ocak Harbiye’de, gerektiğinde vatan ve vazife uğruna ölmek için.
 Silah arkadaşlığının o kutsal yemini ile görev yaptık, kimimiz bu hizmeti sonuna kadar götürdü, kimimiz ise erken bıraktık…
 Öğrencilik hayatımızla, gençliğimizle ve hayatımızı renklendiren ailelerimizle birlikte paylaştık geride kalan bu yarım asrı.
 Kaderde, tasada, sevinçte ve hayatımızın her kesitinde, mutlaka bir aradaydık.
Çünkü biz hem dost, hem arkadaş, hem kardeş, hem de silah ve bayrak üzerine ant içmiş,  peygamber ocağında görev yapan can yoldaşlarıydık.
27 Nisan 2010 tarihinde, ben o can yoldaşımın yanındaydım.
Ama ‘O’; ‘Silivri’de’ özgürlüğün olmadığı ‘o malum yerdeydi’. Ben ise; onu görebilmek için ‘o dört duvarın’ dışında, beynimi kemiren ama hiçbir şekilde yanıtı olmayan sorularla baş başaydım!

Devam edecek...