T E K R A R
Parlamenter sistem, anayasal sistem, demokratik kurum ve kurallar, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı ilke kavram ve kurumları artık ortadan kaldırılmış durumdadır. İlkel sapkın çağdışı bir çete ve sistemi şimdilik var. Halk ise sanal ve topal bir demokrasiden, gerçek çağdaş demokrasiye kavuşmak için çırpınmakta, arayış içinde.
İddialar hep şu noktada sürdürülmektedir: Millet iradesinin ipotek altına alındığı, vesayetin bürokratik oligarşiye dönüştüğü artık anlaşılmış ve bunu değiştirecek bir istikâmete doğru yönelmiştir. Seçimler “başları boyunlarından burgulu heykeller gibi” sadece iktidarın başını değiştirmiş ama beden hep aynı kalmış ve bürokratik oligarşi fiili egemenliğini hep sürdürmüştür. Gecekondu ve çarpık yapılaşmayı onlar yapmış, düzeltilmesi seçilen iktidarlara kalmıştır. Ekonomiyi onlar “har vurup harman savurmuş”, derlenip toparlanması seçilmişlere bırakılmıştır.
Bu kesimin dediği şu; hiçbir alanda yeteneğini gösterememiş, üretken olmayan kişi ve kişiler seçimi kazanınca ülkeyi istediği gibi yönetmeli, hiç ama hiç kimse müdahale etmemeli, hiçbir kural kurum müdahale etmemelidir.
Böyle bir devlet var mı dünyada acaba! Devletler organizmalardır. Kalıcı kurumları, her zaman herkesin uyacağı temel kurallar yani yasalarla işler. Demokrasi yani seçimlerle yönetenlerin değişimi ayrı devlet ayrıdır. Demokrasi halkın; devleti yani kurumları kurallarla yöneteceklerin belli dönemlerde seçimi ile değiştirilmesi demektir.
Tutturmuşlar vesayet rejimi diye! Peki ama neden?
Çünkü her kesim kendi vasi olmak ister, kendi mutlak iktidarını kurmak ister. Destek istedikleri ise paryalar yani halk yığınlarıdır. Eğitimi düşük geliri düşük, sloganlara kavramlara biat edebilen yığınlar. İnsanlık tarihinde tüm diktatörler, oligarşik güçlerin kullandığı, istismar ettiği kesim halk yığınlarıdır.
Demokrasi ile vesayet rejimi arasındaki en önemli fark, üstünlerin hukukunun mu? yoksa hukukun üstünlüğünün mü? egemen olması kavramında düğümlenmektedir. Bu kavram, kurumların hukuka tâbî olmasını ve evrensel hak ve özgürlüklerin herkes için dikkate alınmasını, hukukun önünde “herkesin bir tarağın dişleri gibi eşit olmasını” gerektiriyor.
Şimdiye kadar dokunulmazlıkların arkasına saklanarak millet iradesini hiçe sayanlar, şimdilerde mutlak otoriterlik sistemi kurdular. Muhalif olanları sürekli gündemde tutarak arap sapkın dincilik çığlığı atmakta halk uyutmaya uyuşturmaya devam etmekteler. Oysa ne yargı siyasallaşmalı, ne de siyaset hukuksuzlaşmalıdır.
Türkiye’de yargı başta olmak üzere bazı kurumlar, oligarşik güç anayasalarının verdiği imtiyazlı konumdan yararlanarak kendilerini hukukun tanımlayıcısı ve tamamlayıcısı olarak görmektedir. Anayasa Mahkemesi bir senato gibi kendisini Meclisin; Danıştay da Hükümetin üzerinde görerek karar vermekte, siyaseten hemen her şeyden sorumlu tutulan hükümet ise kişiye odaklı bir yapını emrinde. Halk ise “eli kelepçeli, ayağı prangalı” bir halde sanki engelli yarış pistinde koşar gibi yol almaya yaşamaya çalışmaktadır.
İktidar ve oligarşik güçler arası iktidar kavgaları ile çıkarılan suni engeller olmasaydı belki de Türkiye bu gün on kat daha büyük olurdu. Bazen askeri müdahaleler, bazen de yargı yoluyla hükümetin “ayağına karpuz kabuğu konularak” başarısız olması ve toplumsal desteği kesilerek zayıflatılması hedeflenmiş, ürkütülen ekonomi ve azdırılan terörle bozulan istikrardan “parsa” toplanmaya çalışılmıştır. “Bulanık suda balık avlama” hesabı yapanlar, ikbal ve istikballeri uğruna milletin sıkıntısını hiçe saymakta, hatta bunu bile kendi lehlerine istismâr etmeye çalışmaktadır.
Çağdaş dünya`da soğuk savaşın en etkili silahı terör ve terör örgütleridir. Günümüz savaşları teknoloji ağırlıklı olduğu için galibin de mağlubun da yıkımına ve iki tarafta da iktidar değişikliğine sebep olmaktadır. Özellikle demokrasi ile yönetilen ülkelerde iş başındaki idareciler “maşa varken elle ateş tutmanın” zararına inandıkları için, terör örgütlerine eylem sipâriş etmeyi daha kolay, ucuz ve risksiz bularak tercîh etmektedir.
Bugün yüzümüze gülen dost kılıklı bazı ülkelerin, sırtımızı dönünce nasıl terör örgütünün sırtını sıvazlayarak eylem yaptırdıklarını bilgi ve belgeleriyle biliyoruz. Tırmandırılmaya çalışılan terörün arkasında, “kendi çalıp kendi oynayan” din maskeli hırsız sahtekar siyasi kadrolar oluşturdular.
İpleri ellerinde olan çete yönetiminde bir Türkiye gerçekleştirdiler. Karşılarında “kabına sığmayan” bir Türkiye buldular. Ama ne olursa olsun Türkiye geri dönülmez bir yola girmiş ve artık “cin şişeden çıkmıştır.”
Terörden siyasi ve maddi rant sağlayanların engelleme ve sulandırma çabalarına rağmen Millî Birlik ve Kardeşlik Türk Milletinin vazgeçilmez gerçeğidir. Anadolu’daki gönül bağımıza kezzap dökerek bizi bölmeye çalışanların ayrılıkçı gayretleri, kültürel köklerimizden aldığımız güçle yapıştırılıp geçmişte olduğu gibi şimdi de yok edilecektir.
Günün Sözü: Doğmalara göre düşünen insan, insan değil robotlaşan mekanik bir varlıktır.
Prof.Dr.Nurullah AYDIN