Türkiye, tarihinin en karmaşık ve çok boyutlu krizlerinden birinden geçiyor. Ekonomik darboğaz, siyasi tıkanıklık ve artan jeopolitik riskler artık birbirini besleyen bir sarmala dönüşmüş durumda. Bu badireyi aşabilmek için, vakit kaybetmeden kapsamlı bir yenilenmeye, yani bir kan değişimine ihtiyaç olduğu her geçen gün daha net görülüyor.
Gelişmiş demokrasilerde siyasi ve ekonomik krizler sürüncemede bırakılmaz. Kriz anlarında ya hükümet sorumluluk alarak istifa eder, yeni bir kabine kurulur ya da erken seçim kararıyla halkın iradesine başvurulur. Çünkü zaman kaybı, sorunları çözmek yerine derinleştirir. Bugün Türkiye’nin yaşadığı tam olarak budur: Karar alınamayan her gün, maliyetin katlanarak artmasına neden olmaktadır.
Dış politikada da tablo kaygı vericidir. Akdeniz’de İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında kurulan ittifaklar, Türkiye’nin enerji ve güvenlik çıkarlarını doğrudan hedef alırken; son dönemde düşürülen insansız hava araçları, savunma alanında daha dikkatli ve hazırlıklı olmamız gerektiğini açıkça göstermektedir. Komşu ülkelerin F-35 Lightning gibi ileri teknoloji savaş uçaklarına sahip olduğu bir ortamda, Türkiye’nin hava gücünü acilen takviye etmesi hayati bir zorunluluktur.
Buna ek olarak, kuzey komşularımızla olan dengeli ve stratejik ilişkileri bozmak isteyen çeşitli odakların oyunları da dikkatle izlenmelidir. Bu süreçte iç siyasette yaşanan kutuplaşma, Türkiye’nin dış tehditlere karşı ortak bir refleks geliştirmesini zorlaştırmaktadır. Oysa böylesi dönemlerde iktidar ve muhalefetin, ülke menfaatleri doğrultusunda asgari müştereklerde buluşması gerekir.
Ekonomik cephede ise tablo daha da ağırdır. Türkiye uzun süredir yüksek enflasyon ve derinleşen ekonomik kriz sarmalındadır. Hayat pahalılığı toplumun tüm kesimlerini kuşatmış; dar gelirli, orta sınıf ve emekliler için geçim mücadelesi dayanılmaz bir hâl almıştır. Sanayi üretimi yavaşlamış, tarım sektörü ciddi biçimde zayıflamış; ithalat ihracatı aşarak dış ticaret açığını büyütmüştür. Yerli firmaların üretim tesislerini yurt dışına, özellikle de Mısır gibi ülkelere taşıması, ekonominin geldiği noktanın en somut göstergelerinden biridir.
Kamu maliyesi açısından da alarm zilleri çalmaktadır. Döviz garantili Yap-İşlet-Devret projeleri; şehir hastaneleri, otoyollar, köprüler ve havalimanları üzerinden her yıl bütçeye ağır bir yük bindirmektedir. Kur farkları, faiz ödemeleri ve dış borç geri ödemeleriyle birlikte devletin gelir-gider dengesi dramatik biçimde bozulmuştur. Ekonomik göstergeler, Türkiye’nin ciddi bir irtifa kaybı yaşadığını açıkça ortaya koymaktadır.
İşte tam da bu noktada, ülkenin rotasını yeniden düzeltmek için siyasal bir yenilenme kaçınılmaz hâle gelmiştir. Mevcut yönetim yapısının krizi yönetme kapasitesi zayıflamış; halkın gözünde meşruiyetini büyük ölçüde yitirmiştir. Toplumsal güvenin sarsıldığı, öngörülebilirliğin kaybolduğu bir ortamda ekonomik toparlanmadan söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle en makul ve en acil adım, erken seçim kararı alarak halkın önüne sandığı koymaktır.
Seçimle birlikte oluşacak yeni hükümet, milletin desteğini arkasına alarak kapsamlı bir reform programını hayata geçirmelidir. İsrafı önleyen, üretimi teşvik eden, sosyal adaleti gözeten ve liyakate dayalı kadrolarla yönetilen bir devlet düzeni; yalnızca ekonomik açıdan değil, toplumsal moral açısından da ülkeye yeniden umut aşılayacaktır.
Bugün halkın beklentisi nettir: Çözüm odaklı, şeffaf, adil ve hesap verebilir bir yönetim anlayışı. Bunun ilk ve vazgeçilmez adımı ise demokratik işleyişin en temel aracı olan seçimdir. Erken seçim, sadece bir yönetim değişikliği değil; halkın sorunlarının duyulduğunun ve sisteme olan inancın tazelendiğinin açık bir göstergesidir.
Özetle, Türkiye’nin bu çok boyutlu krizden çıkışı için acil bir kan değişimi artık ertelenemez bir zorunluluktur. Demokrasi içinde kalarak, halkın iradesine başvurarak ve yeniden yapılanarak güçlü bir başlangıç yapmak için şimdi harekete geçme zamanıdır.
