Uluslararası ilişkilerde diplomasi, yalnızca devletler arası temasın değil, aynı zamanda karşılıklı saygının da temel taşıdır. Bu saygı, özellikle büyükelçilerin tutum ve açıklamalarında kendini göstermeli; çünkü büyükelçiler bulundukları ülkenin iç siyasetine müdahale etmeyen, dengeli ve özenli bir temsil misyonu taşırlar. Ancak son dönemlerde ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın kamuoyuna yansıyan bazı açıklamaları, bu hassas çizginin kimi zaman aşıldığı yönünde tartışmalara yol açmaktadır.
Büyükelçi Barrack’ın farklı ülkelerde —kimi zaman Suriye’de, kimi zaman Yunanistan’da— yaptığı temasların ardından Türkiye üzerine yorumlarda bulunması, Ankara’da dikkatle izlenmektedir. Diplomasinin doğası gereği elçiler elbette görüşmeler yapabilir, değerlendirmelerde bulunabilir; ancak bu değerlendirmelerin tonu ve kapsamı, ev sahibi ülkenin iç işlerine yönelik bir yönlendirme izlenimi yaratmamalıdır.
Geçtiğimiz günlerde Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun 2026’da açılabileceğine ilişkin ifadelerinin, Türkiye’nin iç hukuk düzeni ve egemenlik alanıyla doğrudan ilişkili bir konuda yorum niteliği taşıması Ankara’da özellikle tartışma konusu oldu. Ruhban Okulu meselesi, Türkiye’nin kendi iç hukuku ve anayasal çerçevesi içinde ele alınan, hassas bir konudur. Dolayısıyla bir büyükelçinin, bu konuda iki ülke liderleri üzerinden bir takvim telaffuz etmesi, kamuoyu tarafından diplomatik teamüllerle bağdaşmayan bir adım olarak değerlendirildi.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler uzun bir geçmişe dayanmakta olup, stratejik iş birliği alanları da oldukça geniştir. Bu nedenle, karşılıklı saygı ve hassasiyetin korunması her iki ülkenin de yararınadır. Büyükelçilerin görevi, ülkeler arası iletişimi güçlendirmek, karşılıklı anlayışı artırmak ve diplomatik kanalların sağlıklı şekilde işlemesine katkı sağlamaktır. Ancak zaman zaman yapılan açıklamaların, Türkiye’nin dış politikasına yön veren bir aktör izlenimi yaratması, kamuoyunda haklı soru işaretlerine neden olmaktadır.
Öte yandan Türkiye kamuoyunda sıkça dile getirilen bir başka konu da şu: Türkiye’nin Washington Büyükelçisi ABD iç siyasi meselelerine yönelik benzer nitelikte açıklamalar yapsa, ABD makamlarının buna nasıl bir tepki vereceği. Şüphesiz her devlet, egemenlik alanına yönelik müdahale olarak gördüğü davranışlara karşı gerekli diplomatik refleksleri göstermektedir. Nitekim tarihte pek çok örnekte, devletler büyükelçileri uyararak, hatta bazı durumlarda sınır dışı ederek tepkilerini ortaya koymuştur. Bu açıdan bakıldığında, Ankara’nın da kendi egemenlik alanına yönelik benzer hassasiyeti göstermesi oldukça doğaldır.
Geldiğimiz noktada kamuoyunda merak edilen soru şudur: Büyükelçi Barrack’ın açıklamaları nedeniyle Dışişleri Bakanlığı ne zaman bir uyarı yapacak? Diplomatik teamüller gereği, böyle durumlarda ilgili büyükelçi bakanlığa davet edilir, sözlü veya yazılı açıklama talep edilir ve gerekli uyarılar yapılır. Türk diplomasi geleneğinde bu tür adımlar, gerginlik yaratmak amacıyla değil, karşılıklı beklentileri netleştirmek için atılır.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin sağlıklı şekilde yürütülebilmesi, şüphesiz ki karşılıklı saygıya dayalı diplomatik tutumların sürdürülmesine bağlıdır. Büyükelçiler, iki ülke arasındaki köprülerdir; bu köprülerin sağlam kalabilmesi için kullanılan dilin, atılan adımların ve yapılan açıklamaların özenle seçilmesi gerekir. Tom Barrack’ın açıklamaları etrafında yaşanan son tartışma da bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Diplomaside eleştiri vardır, müzakere vardır, görüş ayrılığı vardır; ancak tüm bunların üzerinde bir ilke bulunur: egemenliğe saygı. Türkiye bundan geri adım atmayacaktır, atması da beklenemez. ABD ile güçlü ve dengeli bir ilişki sürdürmek isteyen her aktörün, bu temel ilkeyi gözetmesi şarttır.
Bundan sonraki süreçte, Dışişleri Bakanlığı’nın nasıl bir adım atacağı elbette Ankara’nın takdiridir; ancak görünen o ki, bu konu kamuoyunda yalnızca bir merak değil, aynı zamanda bir beklenti haline gelmiştir.
