Günümüz dünyasında eğitim, bir ülkenin kaderini belirleyen en temel unsur hâline gelmiştir. Ekonomik kalkınmadan demokratik bilince, bilimsel ilerlemeden toplumsal huzura kadar her alanın görünmeyen mimarı öğretmenlerdir. Buna rağmen öğretmenlerimizin hak ettiği değeri görmediğine her gün biraz daha fazla şahit oluyoruz. Bu durum yalnızca bir meslek grubunun değil, doğrudan toplumun geleceğinin yara alması demektir.
Geçtiğimiz günlerde Ankara’daki bir lisede yaşanan bir olay içimi gerçekten derinden acıttı. Bazı öğrencilerin hocalarını taklit edip dalga geçmekle yetinmeyip onlara çelme taktığını duyduğumda, bunun basit bir saygısızlık değil, değerler sistemimizin çözülüşüne dair ciddi bir işaret olduğunu düşündüm. Oysa bizim dönemimizde öğretmen, anne babamızdan sonra en çok saygı duyduğumuz, sözünü emir kabul ettiğimiz, hayatımıza yön veren kutsal bir figürdü. Öğretmene saygı duymamak bir yana, ona karşı alaycı bir tavır dahi aklımızın ucundan geçmezdi.
Bugün gelinen noktada ne oldu da öğretmenlik mesleği toplumun gözünde sıradanlaştırıldı? Ne oldu da bir ülkenin en stratejik insan kaynağı değersizleştirildi?
Bu sorulara cevap ararken karşımıza üzücü bir tablo çıkıyor. Bir yanda yıllardır atama bekleyen yüz binlerce genç öğretmen adayı; diğer yanda atanmış olmasına rağmen ekonomik zorluklarla boğuşan, geçim sıkıntısı çeken, ikinci iş yapmak zorunda kalan öğretmenlerimiz… Sınıfına idealizmle giren, öğrencisine bir harf daha fazla öğretebilmek için gece gündüz çalışan nice öğretmen, hayatın yükü altında motivasyonunu yitiriyor. Çünkü toplumların gelişmişlik düzeyi, öğretmenlerine verdikleri değer ile doğru orantılıdır.
Bugün eğitimde karşılaştığımız sorunların çok büyük bir kısmı, öğretmenin hak ettiği saygıyı ve desteği görmemesinden kaynaklanıyor. Öğretmenlik mesleğini güçlendirmeden müfredatı değiştirmenin, teknoloji yatırımları yapmanın, okulları yenilemenin tek başına bir anlamı yoktur. Çünkü eğitimin kalbi öğretmendir. Bir ülkeyi cumhurbaşkanından başbakana, bakanlardan generallere, bilim insanlarından sanatçılara kadar herkesin yetişmesi ancak öğretmenlerin özverisiyle mümkündür.
Ne var ki, bu kadar kritik bir rol üstlenen öğretmenlerimiz çoğu zaman yalnız bırakılıyor. Ekonomik kaygılarla, sosyal baskılarla, saygınlığın zedelendiği olaylarla baş başa kalıyorlar. Toplumda güven erozyonu yaşandıkça eğitimin bel kemiği olan öğretmen-öğrenci ilişkisi de zarar görüyor. Öğretmenlik, çocukların ve gençlerin gözünde bir rol model mesleği olmaktan çıkarsa, geleceğe dair umutlarımız da zayıflar.
Oysa çözüm aslında zor değil: Öğretmenine değer veren, onu destekleyen, emeğini kutsayan toplumlar her zaman bir adım öndedir. Bu nedenle öğretmenlik mesleğinin ekonomik ve sosyal koşullarının iyileştirilmesi, atanamayan öğretmenlere gerçekçi çözümler üretilmesi, sınıf içerisindeki otoritenin yeniden tesis edilmesi zorunludur. Devletin en üst kademelerinden ailelere, medyadan iş dünyasına kadar herkesin bu sorumluluğu omuzlaması gerekiyor.
Öğretmenler yalnızca ders anlatan kişiler değildir. Onlar düşünmeyi öğreten, ufuk açan, hayal kurmayı sağlayan, toplumsal hafızayı yeni nesillere aktaran değerli insanlardır. Bir öğretmenin bir çocuğun hayatına dokunuşu, bazen bir ülkenin kaderini bile değiştirebilir. Tarihin her döneminde büyük liderlerin, bilim insanlarının, sanatçıların arkasında iz bırakan bir öğretmen vardır.
Bu yüzden bugün öğretmenlerimize sahip çıkmak, aslında yarının güçlü Türkiye’sine sahip çıkmak demektir. Unutmamalıyız ki öğretmenine saygı duymayan, onu korumayan, emeğini görmeyen bir toplum, her konuda ama her konuda sınıfta kalmaya mahkûmdur.
Öğretmenlerimizin emeğine saygı duyduğumuz, onların değerini bilen bir toplum umuduyla
