Semra DOST


Türk Kadınının Seçme ve Seçilme Hakkının 91. Yılı: Mücadelenin ve Umudun Hikâyesi

Türk Kadınının Seçme ve Seçilme Hakkının 91. Yılı: Mücadelenin ve Umudun Hikâyesi


 

Kadınlar, insanlık tarihinin büyük bölümünde toplumsal yaşamın görünmez öznesi oldu. Dünya nüfusunun yarısını oluşturmalarına rağmen, iş hayatında, siyasette ve günlük yaşamda hep ikinci plana itildiler. Sözde “eşit birey” kabul edilmelerine karşın yüzyıllarca erkeklerin aldığı kararların sonuçlarına katlanmak zorunda bırakıldılar.

Oysa kadınlar, toplumun yükünü omuzlayan, üretimin, eğitimin, kültürün ve toplumsal yaşamın gerçek taşıyıcılarıydı. Buna rağmen kamusal alana katılımları çoğu ülkede çok geç tarihlerde gerçekleşti. Almanya, kadınlara seçme ve seçilme hakkını 30 Kasım 1918’de tanırken; Osmanlı’dan ayrılan Arnavutluk 1920’de bu hakkı verdi. Dünyada kadınlara oy hakkı tanıyan ilk ülke ise 19 Eylül 1893’te Yeni Zelanda oldu.

Türkiye’de ise tarih, 5 Aralık 1934’te dönüm noktası niteliğinde bir adımla değişti. Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde çıkarılan yasa ile Türk kadını; sosyal ve siyasal yaşamın bir parçası olma hakkını birçok gelişmiş ülkeden önce kazandı. Bu, Cumhuriyet’in kadınlar adına gerçekleştirdiği en köklü reformlardan biriydi.

Türkiye, bu yasayla İsviçre’den 36, Fransa’dan 11, Belçika’dan 14 yıl önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıdı. Hatta İsviçre’nin bir kantonu, kadınlara bu hakkı ancak 1990 yılında verebildi. Bu bile Cumhuriyet reformlarının ne kadar ilerici olduğunu bugün hâlâ güçlü biçimde gösteriyor.

Kadınların ilk kez oy kullandığı ve aday olabildiği seçimler, 8 Şubat 1935’te yapılan TBMM 5. Dönem seçimleriydi. Bu seçimlerde 17 kadın milletvekili ilk kez Meclis’e girdi; ara seçimlerle sayı 18’e ulaştı. Bu, o dönem dünya parlamentoları içinde oldukça ileri bir temsildi.

Aradan geçen yıllar içinde temsil oranı artsa da hâlâ hedeflenen seviyeye ulaşılamadığı da bir gerçek. 2018 genel seçimlerinde kadın milletvekili oranı yüzde 17 civarında kaldı ve bu durum, siyasette kadınların hâlâ hak ettiği noktada olmadığını gösteren somut bir işaret niteliğindeydi.

Bugün, 21. yüzyılda bile, ne dünyada ne de Türkiye’de kadınların her alanda olmaları gereken yere tam anlamıyla ulaşabildiklerini söylemek mümkün değil. Bilimde, sanatta, ekonomide, sporda, siyasette ve yönetimde kadınların varlığı artsa da hâlâ “yeterli” seviyede değil. Pek çok kadın, cam tavanlarla, önyargılarla ve eşitsizliklerle mücadele etmeye devam ediyor.

Ancak 5 Aralık 1934’te atılan o büyük adım, hâlâ yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Bugün bu hakkın 91. yılını kutlarken, hem geçmişin mücadelesini saygıyla anıyor hem de geleceğin daha eşitlikçi bir toplum olabilmesi için sorumluluklarımızı hatırlıyoruz.

Türk kadınının hakları kolay kazanılmadı; bundan sonrası da ancak kararlılıkla, dayanışmayla ve eşitlik bilinciyle mümkün olacak. Bu bilinçle, seçme ve seçilme hakkının yıl dönümünü bir kez daha gururla kutluyor; geleceğe dair umutlarımızı tazeliyoruz.