Yüksek öğrenimde bu sene kontenjanlar, lisansta 45 265 ve ön lisansta 138 833 kişi olmak üzere toplamda yüzde 18 oranında düşürüldü. Bu kısıntının nedeni, diplomasız işsizlerin artmasıdır.
Yüksek öğrenimde temel sorunlara iki başlık altında bakabiliriz:
- 1980 sonrasından günümüze kadar yüksek öğrenim siyasi popülizmin bir aracı oldu. İnsan gücü planlaması ve eğitim planlaması yapılmadı. Bu nedenle açık öğretim ve uzaktan eğitime ağırlık verildi ve kaynaklar etkinsiz kullanıldı.
- Yüksek öğrenimde, öteden beri var olan ideolojik eğitim baskısı son 15 yılda artırıldı.
1.Yüksek öğrenimde Popülizm, maddi ve beşeri kaynakların çar-çur edilmesi demektir.
Yüksek Öğrenim politikasına, eğitimde etkinlik değil, Üniversite önünde birikimi önlemek amacıyla popülizm hakim oldu. Bu nedenle her ile ve neredeyse ilçeye üniversite ve yüksek okullar açıldı. Aynı amaçla, açık öğretim ve uzaktan eğitim getirildi. 2024/2025 ders yılında devlet Üniversiteleri içinde örgün eğitimin payı yüzde 46’dir. Çoğunluğu yüzde 54‘ü açık öğretim ve uzaktan eğitimdir.
Açık öğretimde mezuniyet oranı ortalama yüzde 7’dir. Dahası mezunları da iş piyasasında tercih edilmiyor. Yani açık öğretimle hem kaynak kaybı yaşıyoruz hem de gençlerimizi kandırıyoruz. Siyasi iktidarlar da üniversite önünde birikimi azalttık diyorlar ve bu işlerine geliyor.
Gerçekte ise; üniversite eğitimi kitabi bilgilerle sınıf geçmek değildir. Üniversite eğitimi süreklilik ister. Üniversite içinde öğrencinin bire bir öğretim üyesi ile çalışması gerekir. Üniversite içinde tartışmalara katılması gerekir. Böylece öğrencinin analiz ve sentez yeteneği gelişir.
Dünyanın her tarafında açık öğretim var. Ancak bunlar ev hanımlarına, meslek sahiplerine genellikle işlerinde destek olacak bilgiler verir. Bazıları da çalışmayan hanımlarına yöneliktir. Türkiye’de yanlış olan açık öğretimin örgün eğitimin yerine ikame edilmek istenmesidir.
2.İdeolojik eğitim, kalkınmaya ve gelişmeye engeldir.
Geçmişte, Hitler Almanya’sında ve Sovyetlerde ideolojik eğitimin, toplumları nasıl çökerttiği tarihi gerçeklerdir. Bu nedenle eğitimi, ideolojiden uzak insana yapılan bir yatırım olarak (beşeri yatırım) görmeliyiz.
Yüksek öğrenimi nasıl kurtarırız?
1- Eğitimde işgücü planlaması yapılmalıdır.
Türkiye de daha kolay ve daha ucuz olduğu için iktisat ve işletme ve hukuk fakülteleri ihtiyaçtan fazla açıldı. Bu nedenle eğitimli olanlarda ve özellikle yükseköğrenimde, bazı dallarda arz fazlası var. Tıp gibi bazı dallarda ise arz eksiği var. Yapılması gereken, iş gücü planlaması yaparak, yükseköğrenimde fakülteleri ve öğrenci sayısını geleceğin ihtiyacına göre planlamaktır. Eğitimde işgücü planlaması yapılmadığı için, Türkiye’de işgücü verimliliği düşüktür. Oysa İşgücü verimliliği, iktisadi büyüme ile küresel ekonomide rekabet şartlarını belirleyen faktörlerin başında gelir.
2- YÖK’Ü kaldırıp, Üniversitelere idari ve bilimsel özerklik vermek gerekir.
İdari özerklik olarak; Rektör ve dekanları doğrudan öğretim üyeleri ve öğrenci temsilcisi seçmelidir.
Eğitimde ve bilimde özerklik verilmedir. Dersleri ve konuları her üniversite kendi uzmanlığı ve değerlerine göre kendisi yapmalıdır.
3.Orta öğrenimde mesleki ve teknik eğitime önem vermeliyiz.
Herhangi bir alanda ihtiyaçtan fazla insan eğitmek kaynak israfı demektir. Siyasi iktidar, herkesi İmam Hatip Liseleri’ne yönlendirmek istiyor. İmam hatipleri ihtiyaç kadar tutup, diğerlerini mesleki liselere çevirmek gerekir.
Üniversite önünde yığılmayı önlemek için de mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilmelidir. Ortaöğretimden itibaren kariyer rehberliği güçlendirilmeli; gençlerin ilgi ve yeteneklerine uygun yönlendirmelerle ara eleman ihtiyacını karşılayacak programlara katılım özendirilmelidir.
Ortaöğretimde meslek liselerinin kalite ve cazibesi artırılarak, öğrencilerin sadece diploma için değil beceri kazanmak için de eğitim alması sağlanmalıdır. Eğitimde kaliteyi yükseltmek için öğretmen atamaları hızlandırılmalı, okullar arası imkân farkları giderilmelidir.
Böylece hem üniversite önündeki yığılma azalacak hem de gençler, iş dünyasında daha donanımlı bir şekilde yer bulabilecektir.
4.Gençlerin Beyin Göçünü önlemeliyiz.
TÜİK’in uluslararası göç istatistiklerine göre, 2019, 2020 ve 2021 yıllarında, üç yılda Türkiye’den toplam 1 milyon 38 bin 403 kişi yurt dışına göç etti. Dışarıya gidenlerin, yüzde 53 ile yüz 58 arasındaki çoğunluğu, 15-39 yaş arası genç nüfustur.
Vasıflı iş gücü yetiştirmek için her ülke büyük kaynaklar ayırır. Bir ülkenin yetiştiği vasıflı insanlar, gençler, bilim adamları, hekim, mühendis, başka ülkeye gidip, orada kalıp çalışmaya başlarsa, bu katlanılan maliyetin atıl kalması demektir. Bu şekildeki insanların göçüne “Beyin göçü (brain drain)” deniliyor.
Bugün beyin göçünün nedenleri; işsizlik, yaşam tarzına müdahale, demokrasi ve hukukta kan kaybımız ve ideolojik eğitime zorlama gibi nedenlerdir. Önce Bunların düzeltilmesi gerekiyor.
5.Genç İşsizliği ve Eğitimsizlik.
OECD 2024 bir bakışta eğitim verilerine göre, “ne eğitimde ne istihdamda” (NEET) olan 18-24 yaş arasındaki gençlerin oranı Türkiye’de yüzde 31,1’ iken, OECD ülkeleri ortalaması yüzde 13 tür.
Bu tablo, sadece ekonomik değil sosyal sorunları da beraberinde getiriyor. Eğitim almadığı ve çalışmadığı için atıl kalan gençler, uzun vadede toplumdan uzaklaşarak umutsuzluk yaşayabiliyor. Sosyal sorunlar ortaya çıkıyor.
İşsizlik ve eğitimsizlik sorununu çözmek için, Eğitimde işgücü planlaması yapmamız gerekiyor.
Yüksek öğrenim sistemi, ülkenin insan kaynağı ihtiyacına göre planlanmalıdır. Üniversite kontenjanları belirlenirken sektörlerin talep ettiği nitelikler göz önüne alınmalı; bazı bölümlerdeki fazla mezun sorunu engellenmelidir.
Özel sektör, genç istihdamı konusunda teşvik edilmelidir. Yeni mezunları istihdam eden işletmelere vergi indirimleri veya SGK prim destekleri verilebilir. Genç girişimciler için hibe ve kredi programları genişletilerek kendi işini kurmak isteyenlere fırsat tanınmalıdır. Ayrıca Avrupa’daki “Genç Garantisi” benzeri programlar değerlendirilerek, hiçbir gencin eğitim veya iş dışında kalmaması için devlet destekli eğitim ve staj programları uygulanabilir