Armağan KULOĞLU

Tarih: 25.10.2025 00:47

Fırsatçılara umut vermeyelim

Facebook Twitter Linked-in

Çeşitli sebeplerle içeride bazen isteyerek, bazen de düşüncesizlikle yapılan yanlışlıklarla, ülke dışında cereyan eden bir kısım olaylar karşısındaki yanlışlıklar, aleyhimizde hareket etmek için fırsat kollayan, güçlü ve istikrarlı olmamızı istemeyen dış güçleri umutlandırmakta ve heyecanlandırmaktadır. Son zamanlarda buna sebep olan bir-iki konunun açıklığa kavuşturulması ve bu yanlışlıklardan dönülmesine yönelik gerekli tedbirlerin alınması umut ve temenni edilmektedir.

Çözüm sürecinde gelinen durum

Terör, Türkiye’nin yurt içinde ve sınır ötesinde yıllarca yaptığı kahramanca mücadeleyle gündemden düşürülmüş, vatanın, devletin ve milletin bölünmesine geçit verilmemiş, alınan tedbirlerle de tehdit olmaktan çıkarılmıştır. Ancak geçmişte ve günümüzde bölücü siyaset yapanların, çözüm ortamının yarattığı toleranstan da istifadeyle bu siyasetlerini arttırarak sürdürdükleri görülmektedir.
Yönetim tarafından (burada açıklamaya gerek görmediğim) çeşitli saiklerle, “Terörsüz Türkiye” adı altında başlatılan, daha sonra “silah bırakma, barış ve kardeşlik” terimleriyle de süslenen bir seri girişimler halen devam etmektedir.

Ancak gelinen aşamada, zaten gereksiz olan bu sürecin mecrasından tamamen çıktığı, terörist başına yeni tanımlamalar yapılarak onun yüceltilmesine, başta terörist başı olmak üzere teröristlere af getirilmesine ve siyaset yapmalarına imkan sağlayacak durumlar yaratılmasına, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yapısını dahi değiştirebilecek söylemlerin ve mesajların, hem bölücü siyaset temsilcileri hem de yönetimdeki görevliler tarafından çeşitli etkinliklerde dile getirilmesine dönüştüğü görülmektedir.
Gelinen bu ortamı, ele geçirilen bir fırsat olarak gören bölücü siyasetçiler, devletle adeta pazarlık yaparcasına taleplerini dile getirmekte bir sakınca görmemekte, yönetimin de sonuç alabilmek için tavizler verebileceğini gösteren davranış ve mesajlarından da cesaret alarak, söylemlerini daha da ileri noktalara taşımaktadırlar.

Meclis grup toplantılarında, bu süreç için kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” başkan ve bazı üyelerinin komisyon ve dışarıdaki etkinliklerdeki konuşmalarıyla, komisyona dışarıdan davet edilen temsilcilerden bir kısmının yaptığı konuşmalarda ve verdikleri mesajlarda, bölücüleri heyecanlandıran bazı söylemlerin de bulunduğu görülmektedir.

Bölücü başı ve bölücü siyaset yapanların işledikleri asıl konu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tapu senedi olan Lozan Anlaşmasını kabul etmeyerek, Devletin yanlış kurulduğunu, Türkiye Cumhuriyet’in feshedilerek iki milletli olarak yeniden kurulmasını talep etmeleridir. Sürecin başarıya ulaşmasından endişe edenlerin bu konudaki zafiyetinden de istifade ederek ortaya koydukları taleplerin ve yapılan pazarlıkların temelindeki esas bu olup, yapılan ve ima edilen diğer talepler, bu asıl konunun tamamlayıcıları durumundadır. Anayasa’nın başlangıç hükümlerinin, ilk dört maddesinin, 42 ve 66. maddelerinin, Devletin idari yapılanması ve yerel yönetim esaslarının değiştirilmesi talepleri de bu kapsamdadır.

Ekonomik sıkıntılara, sığınmacıların durumuna, iktidarda kalma veya iktidar olmaya yönelik çekişmelerin sosyal yaşantıya ve hukuki tartışmalara yol açan etkisine, bu çok önemli olan konunun da eklenmesi, Türkiye aleyhinde fırsat kollayan güçlerin istismar etmesine imkân veren bir ortam yaratmaktadır. Bir an önce bu durumdan çıkılması için aklıselim içinde hareket edilmesi gerekli görülmektedir.

Yunanistan-İsrail dayanışması ve GKRY

Önemli bir konu da İsrail’in, Türkiye’ye olan husumeti ve bunun için Yunanistan’la işbirliği içine girmesi, Yunanistan’ın da bunu fırsat olarak görmesi, bu kapsamda Kıbrıs ve Ege’de yayılmacı girişimlerde bulunması dikkat çekmektedir.

Yunanistan ile yapılan görüşmelerde, asıl konulara girilmesinin Türkiye’den haksız ve hukuksuz taviz taleplerinden başka bir şey olmayacağı, bu nedenle sadece güven arttırıcı önlemler üzerinde durulduğu bilinmektedir. Girilmeyen asıl konulardan biri de Yunanistan’ın ısrarla karasularını 12 mile çıkarma talebidir. Bunu İyon Denizi’nde uygulayarak Türkiye’ye bir mesaj vermek de istemiştir. Ege’de uygulamasını Türkiye’nin savaş sebebi sayacağına ilişkin TBMM kararı onu rahatsız etmektedir.

Miçotakis, gayrı-hukuki olan 10 mil hava sahası uygulamasını Türkiye’nin dikkate almamasını, Türkiye’nin karasuları konusundaki kararlılığının da bir ifadesi olarak görmekte ve bundan çekinmektedir. Ancak Eylül 2025’deki BMGK temaslarından sonraki açıklamasında Türkiye’nin bu kararından vazgeçmesi çağrısında bulunmuştur. Bu cesareti Türkiye’nin yaşadığı bazı olumsuzluklardan aldığı söylenebilir.

İsrail, Yunanistan’la görüştüğü hava savunma sisteminin yanı sıra, İHA saldırılarına karşı kullanılabilecek lazer tabanlı savunma teknolojileri ile küçük ve ıssız adalarda dahi görev yapabilen, batarya destekli “killer drone” tipi insansız hava araçlarını da vermeyi teklif etmiştir. Ayrıca, AB de dış sınırlarını kapsayacak bir “drone duvarı” projesi üzerinde çalışmaktadır. Ancak Yunanistan, Türkiye’nin savunma sanayi ürünlerinin bu sistemlerde yer almasını istememektedir. Yunanistan’ın, Türk İHA’larından çekindiği, ayrıca Almanya’nın Türkiye’ye Eurafigter savaş uçağı satışına rıza göstermesinden rahatsızlık duyduğu ve bunları engellemeye yönelik girişimlerde bulunmaya çalıştığı da bilinmektedir.
İsrail’in GKRY’e gönderdiği Barak MX hava savunma sistemi Türkiye’yi de hedef almaktadır. İsrail’in, Türkiye’deki olumsuzlukları ve ABD’nin de kendisine verdiği şartsız desteği ve Türkiye’nin Yunanistan’la olan gerilimini fırsata çevirerek Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ege’de kontrol sağlamaya ve söz sahibi olmaya çalıştığı açık olarak ortaya çıkmıştır.

GKRY de gittikçe silahlanarak adeta bir silah deposuna dönüşmektedir. Bu gidişle adadaki dengeleri etkileyebilecek bir durum oluşması muhtemeldir. Ayrıca “Mari'deki Florakis Deniz Üssü ile Baf'taki Andreas Papandreu Hava Üssü artık sadece Rum ordusuna değil, ABD, Fransa ve İsrail güçlerine de açık hale getirilmiş, Kıbrıs'ın güneyi bölge dışı güçlerin adeta ileri karakoluna dönüşmüştür. Dikkate alınmalıdır.

KKTC’deki seçim sonucunu fırsata çevirmek

Önemli bir konu da Kıbrıs konusundaki kararlı tutumumuzdan rahatsız olan dış mihrakların, KKTC’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçim sonucunu, Federatif Birleşik bir Kıbrıs için fırsat olarak görmeleridir.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kıbrıs Türk Halkı tercihini Federasyonu savunan Erhürman’dan yana kullanmıştır. Ancak halkın bu tercihini, eşit egemen iki ayrı devletten yana değil de Federasyondan yana yaptığı anlamında düşünülmemelidir. Halkın tercihini, KKTC’deki başta eğitim ve sağlık olmak üzere bazı hizmetlerden memnun olmamasından, bahis, çete, yolsuzluk, kara para aklama gibi olayların artmasından ve hassasiyet gösterdiği laik yaşam ortamının yerine kısmen de olsa Siyasal İslamcılığın yerleşmeye çalışmasından duyduğu rahatsızlıktan dolayı yaptığı söylenebilir.

Ancak uluslararası medya bu durumu, Kıbrıs'ın kuzeyinde olası bir politika değişikliğine dikkat çekerek, Kıbrıs'ın birleşmesi için müzakerelerin yeniden başlaması fırsatı olarak görmüştür.

De Guardian, Financial, Politico Eurupe, Associated Press, Times of İsrail, Euractiv basın kuruluşları, yeni Cumhurbaşkanı için; AB ve yeniden birleşme yanlısı, ılımlı, yeniden birleşme ve etnik ayrışmayı iyileştirmek için müzakereleri başlatabilecek lider ifadelerini kullanmışlardır.

Ayrıca GKRY lideri Hristodulidis Erhürman’ı hemen tebrik etmiş ve görüşme için sabırsızlandığını dile getirmiş, AKEL Partisi de Kıbrıs sorunu için umut penceresi açıldığını ve iki devletli çözüme karşı federasyondan yana güçlü bir mesaj ortaya çıktığını açıklamıştır.

Erhürman da yaptığı açıklamada, federasyondan yana bir tavrının olduğunu ifade etmeden, ancak eşit, egemen iki devleti de vurgulamadan, ortaya koyacağı şartların kabul görmesi hailinde müzakerelerin başlayabileceğini beyan etmiş, ancak Türkiye’yle de tam bir dayanışma içinde olacağını, istişare etmeden bir girişimde bulunmayacağını da açıklıkla ortaya koymuştur. Erhürman da halkın kendisini Federasyon olsun diye değil, iyi yönetim olsun diye tercih ettiğinin farkındadır.

Bu durumda Türkiye’nin de uzun bir süredir üzerinde durduğu KKTC’nin eşit, egemen iki devletli statüsünün ve uluslararası ortamda tanınması gayretlerinin devam edeceği, Erhürman’ın da Cumhurbaşkanı olduğu, bağımsız, egemen bir devlet olan KKTC’nin varlığı ve uluslararası ortamda tescili için feragatle çalışacağı beklenmekte ve inanılmaktadır. Dış mihrakların ellerini ovuşturarak bekledikleri, Kıbrıs’ı Rumlaştırma umutları boşa çıkarılmalıdır.
***
Türkiye de, içeride ve dışarıda, varlığını, bütünlüğünü, üniter, demokratik, sosyal ve laik hukuk devletini, güvenliğini, çıkarlarını ve ATATÜRK Milliyetçiliğini esas alan Türk Milleti yapısını korumaya yönelik her türlü tedbiri almalı, dış mihraklara fırsat vermemelidir.
KTC (Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) de aynı esaslarla hareket etmelidir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —