1293 gündür hapiste olan Tayfun Kahraman’la ilgili Anayasa Mahkemesi’yle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi arasındaki asimetrik çatışma Türkiye’nin hukuksuzlukta geldiği noktanın yeni bir ivmesi oldu.
Bundan kötüsü olmaz, demek de mümkün değil. Bu düzen içinde olur!
Tayfun’un sözlük anlamı kısaca şu:
Dünyanın en olağanüstü hava olaylarından biri!
Bir başka şekline kasırga deniyor.
Ülkemizde tam bir hukuksuzluk Tayfun’u yaşanıyor.
Anayasa Mahkemesi (AYM) yerel mahkemeye dedi ki:
“Tayfun Kahraman’la ilgili hakkaniyete uygun yargılama yapılmamıştır. İnfazı durdurulmasına, yeniden yargılama yapılmasına...”
13. Ağır Ceza Mahkemesi bu karara uymayı reddetti. “Sen benim üstümde bir kurum değilsin” diye özetleyebileceğimiz bir yanıt verdi.
Geçmişteki kumpas davalarının en bilineni Ergenekon da İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmüştü. 2010’lu yıllardaki o yargılamalarda da hukuk bilimine tersten katkıda bulunan uygulamalar oluştu. Örneğin mahkeme heyeti avukatların bir yasa maddesini anımsatması üzerine, “Biz o maddeyi uygulamama kararı aldık” demişti.
Ancak AYM’yi böylesine hedef alan bir yerel mahkeme eşine az rastlanır bir örnek!
Bazı “özel güçlü” yerel mahkemelerde “hukuktan bağımsız hareket etme” diye çerçeveleyebileceğimiz bir anlayış gelişti. Benzerini seçim hukukunda gördük. Türkiye’de iyi kötü yerleşmiş, bütün partilerce kabul görmüş kurallardan biri, seçimlerin hâkim huzurunda olması, tüm itirazların zaman ayarlı biçimde en son Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) yapılması idi!
CHP’nin İstanbul il kongresine ve 38. olağanüstü kurultayına ilişkin gelişmelerde bu hiçe sayıldı. Bereket YSK kendi kimliğini ve kurumunu korudu, aldığı kararların uygulanması için dirençli davrandı.
Tayfun Kahraman’ın eşi Meriç Demir Kahraman tepkisini şöyle dile getirdi:
“AYM kararı uygulanmadığında ne yapılır bilmiyorum!”
Hukuksuzluğun Tayfun yaptığı bu aşamada biz de sormak istiyoruz:
“AYM kararlarına uyulmadığı bir ortamda AYM ne yapar?”
Biz de bunu bilmiyoruz!
5 Kasım’da bu köşenin başlığı şuydu:
Pazarlık!
Hukukun pazarlık konusu yapıldığına dikkat çekmiştik. Son bir hafta içinde yaşananların toplamına baktığımızda pazarlık sözcüğünün bile hukuk için hayli iyi bir yakıştırma olduğunu görüyoruz. Sanki hukuk, pazarlıkların yan hediyesi!
Bu zihniyetle ne terörsüz Türkiye olur ne yasaksız Türkiye. Olsa olsa hukuksuz Türkiye olur!
***
CHP, Türkiye’deki hukuksuzlukları uluslararası platformlarda dile getirdiğinde hemen, “Ülkemizi dışarıya şikâyet ediyor” saldırısına girişiyorlar. Böylece kendilerince bir propaganda malzemesi daha üretmiş oluyorlar.
Dışarıda meşruiyet arayan kendileri.
Sorunlar ülke sınırları dışına çıkınca millilik edebiyatı yapan kendileri.
Gelinen noktada bir gerçeğin altını çizmek gerek.
ABD başta olmak üzere küresel aktörlerin iktidarla şöyle bir görüş birliği oluştu:
Ülkenin içinde istediğini yap, uluslararası alanda istediğimizi yap!
Trump’ın densiz, Avrupa liderlerinin kifayetsiz gidişi ile doğru orantılı bir denklem!
Bu nedenle Türkiye’deki iktidar, muhalefeti çökertmek için ne yaparsa yapsın uluslararası kurumlardan tepki gelmeyecek. O nedenle Erdoğan rahat rahat, “Kopenhag kriterleri sizin olsun, biz Ankara kriterleri ile devam edeceğiz” diyor!
Durumun tam Türkçesi şu:
Küresel yapı Erdoğan’la devam etmekten yana, ülkemiz insanı iktidarı değiştirmeye karar verdi!
İş başa düştü. Üyesi olduğumuz uluslararası kurumlarla bağlar, beklentiler elbette gündemde tutulmalı ama kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz.
Milletle, meşruiyetle...